Orta Doğu siyaseti ve sözde referandum
Irak
Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), 25 Eylül tarihinde Irak merkezî
yönetiminin karşıt tutumuna, Irak Federal Mahkemesinin anayasaya
aykırılık hükmüne ve yürütmenin durdurulmasına yönelik kararına rağmen sözde ‘bağımsızlık referandumunu’ gerçekleştirmiştir.
Hukuki temelden ve siyasal meşruiyetten yoksun olan bu referandum
kararına karşı başta Türkiye, bazı bölge ülkeleri ve uluslararası
toplumun uyarılarını dikkate almayan IKBY, de facto bir durum ortaya çıkarmıştır.
Irak’ın
yaklaşık 14 yıl önce (2003) başlayan işgali ile birlikte, etnik, dinî ve
mezhebî temelde ortaya çıkan büyük ayrışmalar, çatışmalar ve
neticesinde dökülen kanlar coğrafyayı daha derin bir kaosa
sürüklemiştir. Dikkat çekici bir biçimde hemen hemen aynı dönemde (2004)
kısa bir zaman aralığında örgütsel yapılanmasını tamamlayan ve büyük
bir mali kaynağa sahip olan DEAŞ terör örgütü, bu yıkıcı kaosun ürünü
olarak varlık bulmuştur. Böylece takriben 3 trilyon dolarlık bir
maliyete erişen bu işgal harekâtının beşeri maliyeti ve bedeli,
özellikle sivil yurttaşlar açısından oldukça trajik-travmatik bir tablo
doğurmuştur.
Etno-dinî
temelde zihinsel parçalanmayı tetikleyecek ve sosyolojik yarılmayı
giderek derinleştirecek fay hatları ile ulus-devlet kimliği üzerinden
bu coğrafyanın yeniden tanzimi gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
Bölgenin zengin enerji kaynaklarının yanı sıra jeo-politik ve
jeo-stratejik öneminin motive ettiği çatışan küresel ilginin merkezi
olan Orta Doğu coğrafyası, bu türden hamlelerle üretilen siyasi
istikrarsızlık üzerinden kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Orta Doğu
coğrafyası, özellikle Irak ve Suriye üzerinden, tarihî, siyasi ve
sosyolojik dokusunu yapıbozumuna uğratıcı nitelikteki küresel yıkım
projelerinin vasatına dönüştürülmüştür.
Tarihsel kökenini 19. yüzyıl Avrupa’sının tarihsel dinamiklerine ve tecrübesine özgüleyebileceğimiz ‘uluslaştırma’ politikası ve ulus-devlet pratiği küreselleşen emperyal rekabetin manivelasına dönüşmüştür. Bütün boyutları ile asimilasyonu ve etno-dinî arınmayı stratejik
siyaset pratiği olarak benimseyen bu politik yapılanmanın sunmuş olduğu
imkân, Kuzey Irak bölgesi üzerinden yürütülen küresel güç savaşlarının
öldürücü silahına dönüşmüştür. Bu potansiyel imkânı var eden en önemli
etmen kuşkusuz, ayrıştırarak atomize edilmiş siyasi entitelerin (devletçiklerin) inşa edilmesidir.
Sözde
referandum sürecinde her ne kadar ABD ‘seçilen yolun çok riskli olduğu’
yönlü tepkisini dillendirmiş olsa da başta İsrail olmak üzere bu
imkândan yararlanma arzularını kimi zaman açıktan eylemsel olarak, kimi
zaman da örtük biçimde ortaya koymuşlardır. DEAŞ terör örgütü ile
mücadele sonrasında boşaltılan alanda bölgesel istikrarsızlığı daha da
derinleştirecek olan yeni hamlelerin geleceği açık biçimde ortadadır.
Irak’ın toprak bütünlüğünden dem vuran beyanatların ardında gizli bir
gündemin olduğu gizlenemeyecek kadar açıktır. Nitekim, uluslararası
toplumun tepkisine rağmen IKBY’nin böylesi bir hukuksuzluğu küstahça
icra edebilme cesaretinin ardında kirli stratejik hesapların olduğu
aşikârdır.
IKBY, küresel hegemonyanın bölgesel taşeronluğunu üstlenme misyonunu icra
etme iradesinin bir ürünü olan sözde referandum, Türkiye’nin ulusal
egemenliğine ve millî güvenliğine kasteden bir tehdit içermektedir.
Türkiye, millî güvenlik politikasının bir gereği olarak uluslararası
hukuktan kaynaklanan önleyici müdahaleleri ve/ya diğer önlemleri alma
noktasında iradesini net biçimde ortaya koymuştur. Bu irade, bölgenin
etnik yapısını dönüştürmeye matuf tehcir etme, etnik arındırma ve demografik tanzim politikalarına karşı tutumunu keskinleştirerek sürdürmelidir.
Hukuksal ve siyasal meşruiyeti açısından bu şaibeli referandum, sürdürülmekte olan emperyal işgal harekâtının yıkıcı hamlelerinden birisini teşkil etmektedir. Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik ağır bir tehdit unsuru içeren bu ölümcül hamle her ne surette olursa olsun bertaraf edilmek durumundadır. Aksi hâlde, etno-milliyetçilik üzerinden sözde bir ‘ulus-devlet’ inşası çabası, bölgesel
istikrarsızlığı kalıcılaştıracak geri dönülmez bir parçalanmanın
kapısını aralayacaktır. Türkiye’nin ulusal birliğini hedef alan bu
girişimin içe dönük boyutları da dikkate alınmalıdır. Bu noktada
özellikle Türkiye’nin çoğulcu sosyo-etnik ve sosyo-kültürel yapısını
konsolide edecek sahici politik söylemin üretilmesi/sürdürülmesi hayati
önemi haizdir.