Kadına yönelik şiddet ve modern cinsiyet rejimi

 
Modern endüstriyel kapitalist düzenin tarihî inşa süreci; üretim biçimleri, mülkiyet, bilgi teknolojileri, tüketim eğilimleri, kültürel kodlar, hukuk ve haklar düzeni, siyasal örgütlenme, ekonomik yapılanma vb. alanlarda yaşanan dönüşümlerle birlikte küreselleşen bir dünya var etmiştir. Küresel ölçekte dönüştürücü bir kültürel hegemonya kuran bu düzen, modern toplumlarda esaslı sosyolojik kırılmaları intaç etmiştir. Bu kırılma noktalarından birisini de ‘modern cinsiyet rejimi’ oluşturmuştur. Endüstri devrimi ile birlikte ortaya çıkan insan gücü (emek) ihtiyacı; kolonyalist Batı dünyasının üretmiş olduğu ‘şark dünyası’ tahayyülü; üretilen bu Avrupa-merkezci ve ötekileştirici dünya tasarımına izafe ettiği cinsiyet tahayyülü; bedenîlik üzerinden üretilen modern kadın imgesi vd. bu cinsiyet rejiminin süreçsel dinamiklerini ifade etmektedir. Bu ‘modern cinsiyet rejimi’, ne yazıktır ki, kadın hakları, özgürlük ve eşitlik taleplerini ve/ya söylemlerini kuramsal bir çerçeve ve eylemsel bir duruş olarak üreten kadın hareketlerine rağmen hegemonyasını sürdürmektedir.
Cinsiyetçi bir temelde üretilen bu iktidar örüntüleri üzerinden tanımlanan toplumsal cinsiyet rolleri ve beraberinde varlık bulan eril hegemonik düzen, bütün dünyada kadına yönelen şiddetin hem çeşitlenmesine ve hem de dramatik düzeyde artışına yol açmıştır. Bu doğrultuda ne yazık ki ağır bir trajediye dönüşen şiddet ve cinayet haberleri, ülke gündemimizi de kirletmeyi sürdürmektedir. Fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik açıdan başta yaşam hakkı olmak üzere kadınların hak ve özgürlüklerini ihlal eden şiddet eylemlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan kadın cinayetlerindeki bu artış, ürkütücü bir boyuta ulaşmıştır.
Bir insan hakkı ihlali olarak kabul edilen kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla imzalanan sözleşmeler (BM, ‘Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’; ve ‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ gibi) bu dramatik artışın önüne geçme noktasında yetersiz kalmaktadır. Hatta bu doğrultuda iç hukukumuzda düzenlenen ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un da bu şiddet paranoyasını önleme noktasındaki yetersizliği ortadadır.
Her geçen gün farklı biçimleri ile toplumsal alanı kirleten bu şiddet sarmalının mağdur kitlesini kadınların yanı sıra çocuklarımız da oluşturmaktadır. Bu meselenin sadece hukuki tedbirlere indirgenerek çözümlenebileceği yönündeki tespitlerin ve önerilen tedbirlerin yetersizliği aşikârdır. O yüzden daha esaslı biçimde bu şiddet paranoyasını doğuran toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tasavvurlar, kadın bedenini metalaştıran eril tahakkümün kültürel kodları ve zihniyet biçimleri eleştirel biçimde etüt edilmelidir. Zira, örneğin üretilen erkek ve kadın bedeni imgeleri, sistematik biçimde şiddet kültürünü besleyen eril tahakkümü her geçen gün pekiştirmektedir.
Modernleşmenin üretmiş olduğu ve bir ‘iktidar teknolojisine’ dönüşen cinsiyet rejiminin kültür endüstrisince üretilen egemen bir kültürel koda ve yaygın bir küresel trende dönüşümünde uluslararası medya etkin bir rol üstlenmektedir. Medya, modern kültür endüstrisince üretilen cinsiyetçi dil ve değer dünyasının yerleşmesinde öncü kuvvet olmanın yanı sıra; çoğu zaman etik bir kaygı gözetmeksizin şiddet görüntülerinin yayımında gösterdiği duyarsızlıkla bu negatif rolünü pekiştirmektedir.
Türkiye’de kırdan kente göç, kentleşme, demografik fırsat penceresi, dinamik genç nüfusun artışı vd. faktörler, birçok alanda köklü sosyolojik dönüşümlere yol açmıştır. Bu minvalde modernleşme tecrübemiz ile geleneksel yapı arasında gerilimli dinamik bir ilişkinin varlığından söz edebiliriz. Bu dinamizm, aile sosyolojisi, toplumsal cinsiyet rolleri, erkek ve kadın imgesi konusunda yapısal dönüşümlere yol açmıştır. Söz konusu dönüşüm, geniş aile yapılanmaları içerisinde eğitici otoritenin çözülmesine açmış; ve onun yerini ikame edecek yeni bir durumun varlığı da mümkün olmamıştır. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi sadedinde güçlü bir toplumsal bilinç inşa edilmesi adına formel ve informel öğrenim süreçleri etkinleştirilmelidir.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Temsilde Adalet ve Yönetimde İstikrar

Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi