Millî eğitim meselesi
Yeni
eğitim-öğretim yılı, okul öncesi eğitimden orta öğretime, yenilenen
müfredat programından sınav sistemine varıncaya kadar Türkiye’nin eğitim
meselesine dair birçok tartışmanın eşliğinde başladı. Bu tartışmalar
sürerken, henüz üzerinde çalışılan yeni bir sistemi hayata geçirmek
adına, Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sınavının
kaldırıldığı Millî Eğitim Bakanınca kamuoyuna duyuruldu. Böylece bir
türlü sistemsel istikrarı yakalayamadığımız sınav sistemi
uygulamalarından birisi daha sonlandırıldı.
Millî
eğitim alanında sürdürülebilir politikaların belirlenmesi ve rasyonel
uygulamaların üretilebilmesi noktasında temel bir sorunla karşı
karşıyayız. Bu sorun, eğitim-öğretim sistemimizin zihniyet çatışmaları
ve ideolojik koşullanmışlıklarla muallel hâle gelen sancılı modernleşme
serüvenimizin merkez çatışma alanı olarak
algılanmasıdır. Böylesi bir gerilim zemininde yapılandırılan ve
istikrarsız uygulama modelleri üreten eğitim sistemimiz, ‘millî bir mesele’ olarak
her dönemde ülke kamuoyunda yakıcı etkisini sürdürmüştür. Bu durum,
reform adı altında, kimi zaman yüzeysel ve günübirlik çözümlere; kimi
zaman da irrasyonel popülist uygulamalara yol açmıştır. Köklü bir eğitim
tarihine ve müktesebatına sahip olmakla birlikte, söz konusu
bagajlarımız sistemsel reformları gerçekleştirebilecek ortak bir aklın ve sistematik bir uygulamanın üretilmesini imkânsızlaştırmıştır.
Hâlbuki bir bütün olarak yapılacak olan sistem reformunun nesnel dinamikleri,
tayin edici biçimde verilidir. Bunlar, içinde bulunduğumuz bilgi
çağının sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve toplumsal dinamikleri; formel
öğrenim süreçlerinin öznesi olan çağ kuşağının karakteristik özellikleri
ile bir milletin varoluşsal kimliğini oluşturan temel değerleridir.
Ancak sistem restorasyonuna dair tartışmaların ve önerilen
modellemelerin bu gerçekliğe referansla üretildiğini söylemek oldukça
güç görünmektedir. Doğal olarak bu gerilim hatları üzerine
yapılandırılmış olan eğitim politikalarımız ve uygulamalarımız sürdürülebilir bir kalite ve istikrar üretememiştir.
Türkiye, son
15 yıldır yükselen bir grafikle millî eğitime ayırdığı bütçe payını
artırmak suretiyle meselenin mali boyutu açısından gerekli olan
altyapısal adımı atmıştır. Öyle ki, 2008-2013 yılları arasında
Türkiye’nin ilk, orta ve lise öğretimine yaptığı harcamalarda %63
oranında artış görülmüştür. Ayrılan bütçe payının rasyonel ve etkin
biçimde yönetilebilmesi de büyük önem arz etmektedir.
OECD’nin 2016 verilerine dayalı olarak hazırladığı ‘Eğitime Bakış’ raporunda
yer verdiği verilere atıfla bir noktaya daha değinebiliriz. Bu verilere
göre, Türkiye’de devlet eğitim kurumları ile özel eğitim kurumları
arasında ciddi bir kalite farkı olduğu görülmektedir. Öğrenci başına
düşen öğretmen sayısı ve sınıf mevcutları açısından değerlendirildiğinde
bu kalitatif fark bariz biçimde ortaya çıkmaktadır.
Millî eğitim meselesini, sınav sistemlerine indirgememiz mümkün değildir. Ancak, örgün öğretim programlarına kayıtlı yaklaşık 18 milyon öğrencimizin öğrenim kademeleri arasındaki geçiş sisteminin fırsat ve imkân eşitliğini temin
edici bir mekanizma üretmesi gerekmektedir. Getirilecek olan sınav
sistemi adalet duygusunu zedelememelidir. Ekonomik yoksunluklar,
imkânsızlıklar ve bölgesel farklılıklardan ötürü eğitim hakkının kullanımını engelleyecek ve fırsat eşitsizliğine yol açacak bir
uygulamaya yol açmamalıdır. Sıralama sınavını gerekli kılacak
nitelikteki okullara (Fen Liseleri gibi) giriş sınavlarında özellikle bu
durum dikkatle gözetilmelidir. Çoğunlukla özel okulların farklı
saiklerle ölçme-değerlendirme noktasında nesnellikten uzak kayırmacılıkları, belirlenecek olan yeni sistem açısından dikkate alınmalıdır.
Sonuç olarak, getirilecek olan ortaöğretime geçiş sistemi, hem bireysel hem de kurumsal anlamda fırsat ve imkân eşitliği ilkesini zedeleyici etik dışı tasarruflara kapıları kapatacak bir modelleme olmalıdır. Öngörülecek sistem, mesleki eğitimi teşvik etmek suretiyle akademik
eğitim talebiyle üniversite kapılarında ortaya çıkan yığılmaları
önleyici bir yapı üretmelidir. Devlet eğitim kurumları ile özel eğitim
kurumları arasındaki kalitatif farkın ortadan kaldırılmasına dönük
adımlar atılmalıdır. Özel okullara teşvikten öte, devlet okulları niceliksel ve niteliksel anlamda takviye edilmelidir.
Millî
eğitim, istikbalimiz olan çocuklarımızın zihinsel yetkinliğinin yanı
sıra duygusal ve davranışsal olgunluğunu temin açısından da stratejik
önemi haiz millî bir meseledir.
21.09.2017