Terör: ‘Kirli Eller’-Kirli Emeller
Global
dünya düzeni, giderek karmaşıklaşan sosyo-ekonomik ilişkiler ağı,
dönüşen paradigmalar ve değişen güç dengelerinin çatışmacı gerilimlerine
tanık oluyor. Kendilerini küresel düzenin sözde efendisi olarak gören güç merkezleri, bütün araçları meşrulaştırmak suretiyle pozisyonlarını tahkim etme mücadelesi veriyor. ‘Gücün hak olduğu’ fikrine
dayanan bu kirli mücadele, çoğu zaman yerli iş birlikçileri
aracılığıyla yürütülüyor. Bu kirli mücadele, küresel siyaseti, ahlaktan,
değerden ve hukuktan bağışık hâle getirmiştir. Amaçları ve sonuçları
açısından etik bir kaygı gözetmeyen bu küresel politik düzenin yıkıcı
etkisi kendisini, daha çok ilgili küresel aktörlerin ulusal-siyasal
bünyeleri açısından bir tehdit olarak gösterecektir. Zira global dünya,
bütün sosyolojik sterilizasyon ve düşmanlaştırma politikalarına rağmen çeşitliliğin egemen olduğu bir politik evrendir.
Amaçları itibarıyla kötücül ve sonuçları açısından tahripkâr çatışmalar üzerinden semirtilen bu kaotik küresel sistemin kendisini meşrulaştırmak adına başvurduğu en önemli aygıt terördür. Terör
eylemleri, küresel efendilerin kötücül amaçlarına daha etkin biçimde
hizmet edebilmek adına daha sistematik biçimde ve oldukça sofistike
araçlarla üretilen bir endüstriye dönüşmüştür. Sartre’ın ‘kirli eller’ metaforu üzerinden söyleyecek olursak, küresel kirli emeller vekalet verilen kirli eller aracılığıyla hayata geçirilmeye çalışılıyor. Ancak küresel düzenin içine sürüklendiği bu anafor, başta bunun küresel politik faillerini de içine alacak biçimde büyüyor. Ne kadar güçlü aygıtlar ve düzenekler üzerine kurulu olursa olsun, toplumsal iyiyi imleyen ve politik bedenlenmeyi mümkün kılan kurucu değerler yıkıma uğrarsa sistemlerin çökmesi mukadderdir. O yüzden küresel politik oportünizmin yıkıcılığı karşısında,
bu pragma düzeninin taşıyıcısı ve kirli eli olan terörün bütün
unsurları ile telin ve mahkûm edilmesine dönük çağrımızı yükseltmemiz
icap ediyor. Siyasal alanı çökerten ve politik aklı tümüyle
işlevsizleştiren terörü üreten, besleyen ve taşeronluğunu yürütenlerin
bütünüyle tasfiyesini mümkün kılacak küresel politik duyarlılığa ihtiyacımız bulunuyor.
Türkiye, yıkıcı küresel düzenin kirli emelleri için güç savaşı yürüttüğü coğrafyanın siyasi ve fiziki merkezinde yer
almaktadır. Son yıllarda bu küresel düzene karşı sedasını yükselten
Türkiye, uluslararası düzeyde bazı ülke istihbaratlarının da suç
ortaklığı olan PKK, FETÖ ve DEAŞ terör örgütleri ile mücadele ediyor.
Türkiye’yi küresel terör anaforunda boğmaya çalışan terör endüstrisi, birden çok aktör ve aygıt üzerinden işini yürütüyor.
Türkiye’nin, bu kompleks sürece karşı mücadele stratejisini çok boyutlu ve proaktif biçimde sürdürmesi icap ediyor. Zira terörün heryerdeliği ve irrasyonel niteliği, mücadelenin
tek başına askerî boyuta indirgenmesini imkânsızlaştırıyor. Bu noktada,
siyasiler, sivil ve askerî bürokratlar, üniversiteler, sivil toplum
örgütleri ve düşünce kuruluşları bu mücadelede etkin rol almak
durumundadır. Özellikle üniversitelerimizin kurumsal telin beyanlarının
ötesinde, bu yıkıcı meselenin tüm boyutlarını araştırma konusu yapması
gerekiyor.
Algının olguyu ve sahteciliğin gerçekliği esir aldığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu
dünya, medyanın oldukça sofistike dolaşım imkânları üzerinden
kurgulanan bir dünyadır. O nedenle bu mücadele sürecinin aktörlerinin
yetkinliği kadar, yürütülecek olan siyasal strateji de büyük önem arz
ediyor. Bu noktada özellikle, dış politik vizyonun uygulama aygıtı olan
kamu diplomasisinin yetkin aktörler ile etkin biçimde yürütülmesi
elzemdir. Zira küresel iş birliğini temine dönük etkin müzakereci
diplomasi, ülkeler arasında politik, ekonomik ve kültürel bağların
güçlendirilmesi kadar bir denge-denetleme mekanizması da sağlayacaktır.
Sonuç olarak, asimetrik küresel bir tehdit olan terör, bütünlüklü
bir mücadele eylem stratejisini gerekli kılmaktadır. Küreselleşme
sürecinin mevcut dinamiklerini doğru bir şekilde okuyabilen bir mücadele
yürütülmelidir. Soğuk savaş döneminin güvenlik paradigmasına ve
müttefiklik doktrinine bağlı kalan anakronik ve arkaik okumalar
üzerinden değil. Bu noktada, hem stratejik akıl üretecek ve hem de kamu diplomasisinde etkin rol alacak uluslararası düzeyde yetkin düşünce kuruluşlarına ihtiyaç duyulmaktadır.
24.08.2017