Demokratik siyasetin kurucu aktörü: Siyasi partiler
Referandum
kampanyasının sıklıkla gündeme taşınan maddelerinden birisini de
cumhurbaşkanının siyasi partisi ile ilişkisinin sürdürülebileceğine dair
düzenlemedir. Yürütülen bu tartışma, temelinde cari demokratik
sistemimizin özsel niteliğine ve sorunlu tarihsel tecrübesine ilişkin
bir tartışmadır. Özü itibarıyla mevcut parlamenter sistemimiz, ‘vesayet demokrasisi’ (tutelary democracy)
sistematiği ile yapılandırılan anayasal düzenimizin (1961 ve 1982) bir
ürünüdür. Bu düzen, siyasi partileri ve onlar üzerinden kimliklenen ve
işlevselliğini yürüten hükûmetleri sürekli biçimde apolitik müdahalelere
maruz bırakmıştır. Bu müdahalelerin şekli ve öznesi tarihî sürecinde
değişkenlik arz etmekle birlikte, vesayeti muhafaza etme noktasında
amaçsal birlikteliğe sahip olmuştur.
Ne yazık ki müdahaleci vesayet demokrasisi,
siyasi partilerimizin kurumsallaşma ve sahici bir politik gelenek
oluşturma imkânını yok etmiştir. Bundan ötürü, çoğunlukla siyasi
partilerimiz, siyasal katılım dinamiğine yön verebilecek düzeyde bir
fikri dinamizme, müktesebata ve sistemsel olgunluğa erişememiştir. Kısıtsız ve kesintisiz demokratik siyasetin yapılanmasını imkânsız
kılan bu vesayet düzeni, siyasi partileri fikirsel olarak güdükleştiren
ve kurumsal olarak öğüten ayıplı bir demokrasi pratiği üretmiştir. Öyle ki Cumhuriyet tarihi boyunca vesayet sistemi açısından tehdit olarak görülen 28 siyasi parti kapatılmıştır.
Oysa ki
modern demokratik yaşamın vazgeçilmez unsuru olan siyasi partiler,
politik bir özne olarak yurttaşın siyasal alana katılımının temini ve
siyasal temsiliyet ilişkisinin tesisi noktasında yegane kurumsal zemini
oluşturmaktadır. Kamu politikalarının oluşturulması ve demokratik
çoğulculuğun temini sadedinde siyasi partiler, çeşitlenmiş rekabetçi bir politik evren üretirler.
Toplumsal taleplerin ve kamusal beklentilerin siyasal taleplere ve
hedeflere dönüştürülmesinin etkin gücünü oluştururlar. Bu doğrultuda,
parlamentoda temsiliyet hakkını elde eden siyasi partiler denetleyici
işlevlerinin yanı sıra, yasama politikasının belirlenmesinde de inşai
bir görev icra ederler.
Her bir
siyasi parti, idealinde politik bir ütopyanın (projeksiyonun) üreticisi,
takipçisi ve icracısı olmak durumundadır. Siyasi partilerin bu
sorumluluğu onlar üzerinde siyasal denetimi mümkün kılar. Zira modern
demokrasilerde siyasal sorumluluğu güvence altına alan kurumsal
mekanizmaların başında siyasi partiler gelmektedir.
Hangi
demokratik hükûmet sisteminde olursa olsun, yürütme erkini ve/ya
yetkisini üstlenen kişi ya da organların siyasal sorumluluğu, siyasi
partiler üzerinden tanımlanmaktadır. Bu nedenle, öngörülen sistemde bir
süre ve dönem sınırlamasına tabi olan Cumhurbaşkanının hesap
verebilirliği açısından siyasal sorumluluğunun tespiti ve takibi, Onun
siyasi partisi ile ilişkisinin sürdürülmesine bağlıdır. Nitekim bu
gerçeklikten hareketle, başkanlık sistemini benimseyen dünya
anayasalarında başkanın partisi ile ilişiğini kesmesini öngören bir
düzenlemeye rastlanmamaktadır. Bilakis, bazı ülke anayasalarında
(örneğin, Brezilya) siyasi parti üyeliği, başkanlığa aday olabilmenin
anayasal ön koşulu olarak düzenlenmiştir.
Öngörülen sistemde cumhurbaşkanının siyasi partisi ile ilişiğinin sürmesi, yasama ile yürütme erki arasında müzakereci demokratik etkileşimin sürdürülebilmesi
adına önem arz etmektedir. Cumhurbaşkanı, mensubu olduğu parti grubu
ile ilişkisi üzerinden parlamento çoğunluğunun diğer unsurları
(partileri) ile müzakere ve uzlaşma zemini üretebilme imkânına kavuşur.
Ayrıca cumhurbaşkanının ait olduğu siyasi gelenekle ilişkisinin sürmesi,
siyasi sorumluluğunu pekiştirmek suretiyle ikinci döneminde icrai
performansının düşmemesine dönük bir denetim mekanizması oluşturur.
Siyasi partiler, toplumsal taleplerin siyasal hedeflere/projelere
dönüşümünde taşıyıcı bir unsur olduğu için, cumhurbaşkanının bu
sosyo-politik zemin üzerinde varlığını idame ettirmesi önemlidir. Sosyo-politik etkileşime açık örgütsel yapılanmalar olan siyasi partiler üzerinden
yürütme erkine erişebilirlik ve etkin biçimde hesap sorabilirlik imkânı
ortaya çıkar. Sistemin siyasal kilitlenme potansiyelini olabildiğince
bertaraf edebilme adına cumhurbaşkanının siyasi partisi veya meclis
grubu üzerinden istişari bir ilişki kurabilmesi önem arz etmektedir.
Sonuç olarak, cumhurbaşkanının mensubu olduğu siyasi partisi ile organik bağını sürdürebilme imkânı, öncelikle demokratik siyasal sistemin konsolidasyonu açısından hayati önemi haizdir.
30.03.2017