tag:blogger.com,1999:blog-79423252051692644432024-03-18T21:10:07.615-07:00Prof. Dr. Muharrem KILIÇDüşün(ebil)mek, düşle(yebil)mek ile mümkün… Prof. Dr. Muharrem Kılıçhttp://www.blogger.com/profile/12423743524395645710noreply@blogger.comBlogger49125tag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-85655882485813173642020-11-26T12:07:00.001-08:002020-11-26T12:09:46.774-08:00<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjsbfNWy3MSNPP3C17PkZJFktvWoPEA0wXLIbvh7NnUxxSqhL0mLz2wAqcGvZn2R8-KXWrgH85o5EsSgjO8Lm9dXCcLHUhjo8HCtxNGmcvZ_WsR3pJ-vm2OQrMLNZhjUK0gppviKAJsGk/s250/AKADEM%25C4%25B0K+AKLIN+%25C3%2596Z+Y%25C4%25B0T%25C4%25B0M%25C4%25B0+VE+%25C3%259CN%25C4%25B0VERS%25C4%25B0TELER+-+Akademik-Us+Yaz%25C4%25B1lar%25C4%25B1-175x250.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="250" data-original-width="175" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjsbfNWy3MSNPP3C17PkZJFktvWoPEA0wXLIbvh7NnUxxSqhL0mLz2wAqcGvZn2R8-KXWrgH85o5EsSgjO8Lm9dXCcLHUhjo8HCtxNGmcvZ_WsR3pJ-vm2OQrMLNZhjUK0gppviKAJsGk/s0/AKADEM%25C4%25B0K+AKLIN+%25C3%2596Z+Y%25C4%25B0T%25C4%25B0M%25C4%25B0+VE+%25C3%259CN%25C4%25B0VERS%25C4%25B0TELER+-+Akademik-Us+Yaz%25C4%25B1lar%25C4%25B1-175x250.jpg" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="kitapBaslik" style="background-color: #f9fbfd; color: #333333; font-family: roboto; font-size: 14pt; font-weight: bold; text-align: start;"><div style="text-align: center;">Akademik Aklın Öz Yitimi ve Üniversiteler - Akademik-Us Yazıları</div><div></div></div><div class="kitapBilgiler" style="background-color: #f9fbfd; font-family: roboto; margin: 10px 0px; overflow: hidden; text-align: start;"></div></div><div style="text-align: center;"><br /></div><p></p>Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-60076918010140886192018-11-11T23:54:00.002-08:002020-11-26T12:04:47.867-08:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHj0cPOHB7EiB9Yp2G2IDXv4m_Njvf8iPc4Qlm1ZDcUndd-gIctyJdr5XWhlSftG2rG41HybIzG4xXEhjD90gLJbH4KhLKIHsC1OoSA30ju4R8FCW1N24OSi6ezasgoBkrP3IluqRdS98/s1600/hukuksal-akl%25C4%25B1n-sosoyo-politik-ba%25C4%259Flama%25C4%25B1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="949" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHj0cPOHB7EiB9Yp2G2IDXv4m_Njvf8iPc4Qlm1ZDcUndd-gIctyJdr5XWhlSftG2rG41HybIzG4xXEhjD90gLJbH4KhLKIHsC1OoSA30ju4R8FCW1N24OSi6ezasgoBkrP3IluqRdS98/s320/hukuksal-akl%25C4%25B1n-sosoyo-politik-ba%25C4%259Flama%25C4%25B1.jpg" width="189" /></a></div>
<br />
<span style="color: #333333; font-family: "tahoma" , "arial" , "helvetica" , "verdana"; line-height: 18px;"><b><br /></b></span>
<br />
<h3 style="border: 0px; color: #333333; line-height: 27px; margin: 0px 0px 5px; outline: 0px; padding: 0px; text-align: center; vertical-align: top;">
<span style="font-size: large;"><span style="font-family: "arial" , "helvetica" , "tahoma";"> </span><span style="font-family: inherit;">Hukuksal Aklın Sosyo - Politik Bağlamı</span></span></h3>
<div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="background: white; color: #292f33; font-family: inherit; line-height: 107%;"> Norm - Anlam - Torum</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="background: white; color: #292f33; font-family: inherit; font-size: 10pt; line-height: 107%;"><br /></span></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-49895082326513013812018-01-04T00:24:00.000-08:002018-01-04T00:24:01.261-08:00Dâhili ve hârici dinamikleri açısından İran operasyonu<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"> </span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">28
Aralık günü İran’ın bazı önemli kentlerinde (İsfahan, Meşhed ve Kum
gibi) başlayan hükûmet karşıtı gösterilerin/protestoların giderek
yayıldığına dair haberler dünya basınında yankılanıyor. Ortaya çıkan bu
toplumsal eylemlere gerekçe olarak, <strong>ekonomik
durgunluk, işsizlik, siyasi ve ekonomik darboğaz, dinî azınlıklara,
kadınlara ve etnik gruplara yönelik ayrıştırıcı politikalar</strong> vd. sıralanmaktadır. İran devrimi (1979) sonrasında ilgili ülkeye karşı yürütülen <strong>savaş, ekonomik ambargo ve yalnızlaştırma politikalarının</strong> tetiklediği
ekonomik yoksunluk ve gelir adaletsizlikleri süreç içerisinde kimi
zaman kitleselleşen bazı toplumsal tepkilerin veya rejim karşıtı
protestoların gerekçelerini oluşturmuştur. Bu çerçevede 2009 yılında
Cumhurbaşkanı Ahmedinecat döneminde geniş bir kitleyi sokaklara döken
bir eylem gerçekleşmiştir. Rejim aleyhtarlığı olarak kodlanan ve
bastırılmış olan bu gösteriler derin bir toplumsal öfke olarak tezahür
etmiştir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Toplumsal dinamikleri açısından, <strong>otoriter devlet politikalarının ortaya çıkardığı kırılganlığı</strong> onaracak bir iç politik dinamizmin olmaması bu türden <strong>krizlerin derinleşme potansiyelini</strong> bünyesinde barındırmaktadır. Zor kullanma gücüne ve etkinliğine rağmen <strong>otoriteryen siyasal yapılar,</strong> toplumsal
fay hatlarının derinleşme potansiyeli üzerinden oldukça kırılgan bir
yapı sergileyebilirler. Bölgesinde özellikle Suriye, Yemen, Lübnan ve
bazı körfez ülkelerinde sekteryan temelde <strong>siyasal gücünü savaş ekonomisi üzerinden tahkim eden</strong> ve
siyasal nüfuz alanını genişleten İran, paradoksal biçimde iç politik
dinamikleri açısından böylesi kırılgan bir siyasal durumla
yüzleşmektedir. Ancak bütün bu saptamalara rağmen, bu halk
ayaklanmasının yalnızca iç politik dinamikler üzerinden açıklanması
mümkün görünmemektedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Bu noktada <strong>küresel hegemoninin İran’a yönelik dış politik tutumundaki değişime</strong> dikkat çekilmelidir. Obama yönetimi döneminde (2015) ABD’nin İran ile yapmış olduğu <strong>Nükleer Anlaşmanın</strong> bir
gereği olarak bu ülkeye uygulanan ambargoların kısmen kaldırılması,
görece ekonomik rahatlamaya yol açmıştır. Ancak çok uzun sürmeyen bu
yalancı bahar, İran açısından hem iç kamuoyunda olumlu bir toplumsal
beklentiye ve hem de dış politikada Batı dünyası ile olan hasmane
ilişkinin normalleşme seyrine doğru evrilmesine imkân sağlamıştır. Ancak
Trump yönetimi, İran politikasını <strong>tehdit algısı ve şeytanlaştırma stratejisi eksenine</strong> yeniden
oturtmuştur. Trump, Avrupa’dan yükselen aykırı seslere rağmen,
anlaşmayı feshetmiştir. İran’ın bölgesel etkinliğini kırabilmek adına
yapılan bu hamlenin ittifak güçlerini, ABD’nin himayesi altında İsrail,
Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri oluşturmuştur.
Bölgede İsrail’in güvenliğini tehdit eden bir aktör olarak görülen
İran’a karşı yürütülen <strong>kutuplaşma siyasetinin aktörleri tarafından bir takım küresel operasyonlar</strong> (Lübnan
Başbakanı’nın istifa ettirilmesi, Suudi hanedanlığında yaşanan
tasfiyeler ve Yemen’de yaşanan gelişmeler gibi) gerçekleştirilmiştir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">İran’ın
marjinalize edilmek suretiyle etkinliğinin kırılması politikası
noktasında mutabakata varan bu ittifak, bu sokak eylemlerini desteklemek
suretiyle <strong>içe dönük operasyonel gücünü</strong> ortaya
koymaktadır. Nitekim açık biçimde hem ABD ve hem de İsrail yönetimi, bu
ayaklanmaları destekleyici beyanlarını dünya kamuoyu ile
paylaşmışlardır. Bir rejim/yönetim değişimini hedeflediği aşikâr olan
bu <strong>organize operasyonun</strong> İran toplumunda var olan <strong>rejim yorgunluğunu ve ekonomik yoksunlukları</strong> kışkırttığı
görülmektedir. Kuşkusuz, bu protesto hareketlerinin ne yöne doğru
evrileceği ve nasıl neticeleneceği noktasında bir netlik söz konusu
değildir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Böylesi
bir kitlesel eylemi tetikleyen birtakım yapısal sorunlar söz konusu
olmakla birlikte, bu türden kalkışmaların kurulu düzenleri dönüştürmeyi
ya da alaşağı etmeyi hedefleyen <strong>küresel bir manipülasyonun ürünü</strong> olduğunu görmemiz gerekiyor. <strong>Arap baharı</strong> olarak adlandırılan sürecin bölge ülkelerinde yol açtığı <strong>çatışma, iç savaş, siyasal parçalanma ve kaosun</strong> İran
üzerinden de üretilmek istendiği aşikârdır. İlgili ülkenin ulusal
birlik ve bütünlüğüne kasteden bu operasyonel girişimin bertaraf
edilebilmesinin en etkin gücünü kuşkusuz, İran yönetiminin atacağı <strong>reformize edici rasyonel adımlar </strong>oluşturacaktır.
Sağduyuyu hedef alan bu türden kışkırtıcı eylemlerin ya da toplumsal
gerilimlerin giderilebilmesi doğru bir süreç yönetimi ile mümkün
olacaktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">04.01.2018 </span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-60078777183256024952017-12-28T00:32:00.002-08:002017-12-28T00:33:15.939-08:00‘Muhasebe Etmek’ ve yeni yıla dair umutlarımız<div style="font-size: 17.3333px;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<span style="font-size: 16px;">Millet
olarak kimi zaman neşeli kimi zaman kederli; kimi zaman hüzünlü kimi
zaman gönençli günleri idrak ettiğimiz koca bir yılı geride bırakıyoruz.
Kayıtsızca akışta olan zamanın yeni bir yıl dönümünün arifesindeyiz.
İnsan olarak bütün boyutları ile varlığımız, benliğimiz, tarihimiz ve
muhayyilemizin yapılandığı <b>zaman düzlemi,</b> bir yandan
bütün vüs’ati ile önümüze sonsuz bir ufuk çiziyor. Öte yandan bu düzlem,
tekil yaşamlarımızda giderek daralan, yeni bir başlangıç için nihayete
doğru evrilen bir mecraya ve/ya maceraya dönüşüyor. Her bir yaşam
tekilliği için paha biçilmez bir değeri ve mutlak bir hakikati ifade
eden bu sınırlı ve kayıtlı düzlem, <b>bir tarafta maziye dönük bir içsel muhasebenin; öte tarafta âtiye dönük derinlikli bir muhayyilenin imkânını oluşturuyor</b>. Bize, tecrübe ettiklerimiz, görüp geçirdiklerimiz ve yapıp ettiklerimize dair bir <b>öz-hesaplaşmanın</b> inanılmaz fırsatını sunuyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Muhasebe etmek,</b> elimizle
düzeltme imkânından feragatle söze istimdat edişimizden; söze gücümüz
yeterken kalbimizle buğzetmeyi yeğlemiş olmamızdan; ya da bir yaşam
belirtisi ve değer nişanesi olan bu üç erdemin rehberliğine boyun
eğmeyişimizden ötürü iç dünyamıza dönük bir hesaplaşmadır. Bu hesaplaşma
ancak, <b>söz etme</b> makamında iken sükût etmeyi, idrak
etmek mümkün iken inkâr etmeyi ve harekete geçebilecek iken eylemsiz
kalmayı tercihimizden ötürü kendimizle kıyasıya cebelleşmeyi göze
almamızla mümkündür. Öyle ki <b>söz,</b> bir yanda izzet, onur ve şerefin; öte yanda horluk ve hakirliğin kaynağını teşkil eder.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Nitekim Yunus’un (Emre) deyişi ile;</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b><i>Söz kılar kayguyu şâd; söz kılar bilişi yâd</i></b></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b><i>Eğer horluk eğer izzet her kişiye sözden gelir.</i></b></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Muhasebe etmek, bir içgörüdür.</b> Öyle
ki muhasebe etmek, kişinin kendi iç dünyasına, iç evrenine doğru
katmanlı seferler düzenleyebilmesinin imkânını var eder. Böylece
muhasebe etmek, insanın iç evrenine doğru yapacağı derinlikli yolculuğun
binitidir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Muhasebe etmek, bir sezgisel duyuştur.</b> Çünkü
icra ettiklerimizi ve deneyimlediklerimizi muhasebe etmek suretiyle
değerli olanın künhüne ermenin sezgisel imkânına kavuşuruz. Bilincimiz
sezgisel bir duyuşla keskinleşir. <b>‘Olanı’</b> idrak etmek suretiyle <b>‘olması gerekenin’</b> sezgisel bilgisine erişiriz.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Muhasebe etmek, davranışsal bir duyuştur.</b> Zira
muhasebe etmek, noksanların tamamlanmasına, hataların giderilmesine,
yoksunlukların telafisine, ihmallerin ikmaline, kusurlarımızın
düzeltilmesine ve bünyesel rahatsızlıklarımızın sağaltımına yarayan
eylemli bir duyarlılıktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Muhasebe etmek, bir öngörüdür.</b> Deneyimlenen
yaşamlar, acı ve tatlı yaşanmışlıklar, tarihe düşülen kayıtlar ve
üretilen emeklerin bileşkesinden mütevellit yaşam yetkinliklerine ve/ya
erdemlerin bilgisine erebilmenin öncüleridir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Muhasebe etmek, bilişsel bir uyarı niteliğindedir.</b> Zira
kişinin kendisiyle muhasebeleşmesi, erdemlice eyleminin imkânını var
eden bilgeliği doğuran soylu bir çabadır. Yalnızca bilgi açığını değil,
hikmet noksanlığını ve bilinç yoksunluğunu da gidermeye dönük bir
uyarandır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Muhasebe etmek, muhayyilemizi tahkim eder.</b> Akış
hâlindeki zamanın zihin, gönül ve gerçeklik evrenimizde her dem
tazelenerek kurulmasını mümkün kılar. Dünyamızı dar eden bütün yıkıcı
emeller karşısında umudun her dem diri kalmasına imkân sağlar.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Türkiye adına umut temennisi;</b></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">İnsanlığın
vicdan ve değer yükünü üstlenen; dünyamızı esir alan zulmet karşısında
yüreklice haykıran; mazluma yurt ve sığınak olan; tam bağımsız <b>Türkiye umudunun</b> ebet müddet daim olması dileğiyle…</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Bütün dünya adına umut temennisi;</b></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Güçlü
olanın değil, her daim erdemli olanın kazandığı; kötü olanın değil, iyi
olanın galip geldiği; ve kötülüğün değil, iyiliğin muzaffer olduğu bir
dünya… Barış ve demokrasi teraneleri söylerken yüzsüzce silahlanma
bütçesini artıran, savaş ve terör endüstrisini üreten ve besleyen kirli
küresel hegemonyanın sonlandığı bir dünya… Küresel barış ve huzurun
egemen olduğu bir dünya…</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Bütün dünyada gerçek anlamda barış, huzur ve esenliğin egemen olacağı yeni bir yıl temennisiyle...</b></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>28.12.2017 </b></span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-1053108837007432352017-12-21T05:29:00.004-08:002017-12-21T05:29:56.313-08:00 Mihnetli yaşam<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"> </span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Yükümüz ağır!</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Cesametli
külfetler, ağır mihnetler, netameli fikirler, takatimizi zorlayan
mükellefiyetler, erimi güç emeller ve tahammülü zor kederlerle
cebelleşiyoruz! Külfetsiz nimete, emeksiz gönence, cefasız sefâya,
çilesiz kıvanca, sefersiz zafere ve hasretsiz vuslata tâlip oluyoruz!
Hak etmeden temellük etmeyi ve say etmeden kesbetmeyi yeğliyoruz!
Hakkını veremediğimiz; yüreğimizi veremediğimiz; terini dökemediğimiz
meşgalelerle iştigal ediyoruz. Derdi çekilmemiş sevdaların; çilesi
çekilmemiş zaferlerin; künhüne eremediğimiz fikirlerin; ve bedeli
ödenmemiş davaların peşi sıra gidiyoruz. Ceht ve gayret etmenin
erdemliliğini bihakkın duyumsayamıyoruz. Her bir hacetimizin emeksiz,
gayretsiz ve külfetsizce tastamam olmasını istiyoruz! Bedelini ödeme
cesaretini gösteremediğimiz gönençler peşindeyiz. Ruhu çekilmiş
söylemler ve serenatlar peşindeyiz.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Akletmeden
söz etmenin, düşünmeden eylemenin, hissetmeden söylemenin şehvetine
kapılıyoruz. Kastını aşan kelam ile söz kuruyoruz. Taşkınlıkla
savunduğumuz fikriyatın hakikatine karşı müstağni duruyoruz. İdrak
ettiğimiz gerçeklikten istinkaf ediyoruz. Meylettiğimiz fikirlerin
encamından ürküyoruz. Yokluğu ile sınandıklarımızın ağır yükü altında
eziliyoruz. Gayrımızın nârında yanabilme erdeminin yoksunluğunu
çekiyoruz. Bilginin bilinçle kuşandığı kutlu yola revan olmaktan içtinap
ediyoruz. Güzergâhı bizce tayin edilmemiş seferlere sürükleniyoruz.
Ruhumuzu ve dimağımızı esir alan prangalardan azat olmaktan ürküyoruz.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Umudunu
beslemediğimiz, düşünü görmediğimiz ve hayalini kurmadığımız
geleceklerin beklentisi ile avunuyoruz. Varoluşsal kaygısını
gütmediğimiz yaşamlara tamahkârlıkla meylediyoruz. Tasasını çekmediğimiz
davaların figüranları, söylemlerin esiri oluyoruz. Ömrün mahdut,
nefesin sayılı ve takatimizin sınırlı olduğu hakikatini es geçiyoruz.
Sahici olmayan emeller uğruna cenk ediyoruz. Muhabbet ile coşkunluğunu
duyumsayamadığımız yaşamlara mecbur ediliyoruz. Çağrısına kulak
veremediğimiz kelamın menzilinden firar ediyoruz. Lütfedileni kişisel
meziyet ve marifet zannıyla serdediyoruz. Çalıntılanan yaşamları
matahlıkla sürüyoruz. Yaşamın coşkusuna husumet ve nefretin derin
kasvetini zerk ediyoruz. Hüznünü tutmadığımız ölümleri besliyoruz.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Her biri
biricik bir can paresi olan yaşamlara umarsızca kıyıyoruz. Gayrımızla
zenginleşmeyi değil, çekişmeyi ve çatışmayı seçiyoruz. Nümune-i imtisâli
değil, su-i misali emsal tutmayı yeğliyoruz. Takdir ederek yüceltmeyi
değil, tektir ederek köreltmeyi yeğ tutuyoruz. Marifete iltifat etmeyi
değil, yok saymayı ve nefyetmeyi tercih ediyoruz. Muhasebe etmeyi değil,
mübareze ve mücadele etmeyi seviyoruz. Murakabe etmeyi değil, müdahale
etmeyi seviyoruz. Meşk etmeye değil, şuursuzca eylemeye meylediyoruz.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Aldanma
ihtimalini değil, aldatmayı tercih ediyoruz. Paylaşmayı değil,
ketmetmeyi seviyoruz. İnanmayı değil, vehmetmeyi yeğliyoruz. Tashih
etmeyi değil, cerh etmeyi tercih ediyoruz. Hüsnü niyet beslemeyi değil,
su-i niyet göstermeyi benimsiyoruz. Teşvik etmeyi değil, telkin etmeyi
tercih ediyoruz. Yüceltmeyi değil, zemmetmeyi seviyoruz. Başkasında
olana gıpta etmeyi değil, hasetlikle zemmetmeyi tercih ediyoruz. Bize
ait olanı tahkir etmeyi; bizden olana gadretmeyi yeğliyoruz. Cana
kastetmekten çekinmiyoruz. Cana merhamet etmekten istiğna ediyoruz.
Zamana ve mekana hürmetten içtinap ediyoruz. Gayrımıza gadretmekten
çekinmiyoruz. Bilgimizin erdeme eşlik etmesine izin vermiyoruz. Hayat
arkadaşlarımıza ülfetsiz muameleyi reva görüyoruz. Anlamlandırılmamış
yaşamların çeperlerinde geziniyoruz.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Velhasıl, kadrini bilmiyoruz ahdimizin! </span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">21.12.2017</span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-92149498080338540852017-12-13T21:55:00.002-08:002017-12-13T21:55:16.180-08:00Kudüs Davası<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"> <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">merikan
yönetiminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan 1995 yılındaki
kararının Başkan Trump tarafından yürürlüğe konması, bütün dünyada büyük
bir infiale yol açmıştır. İç siyasal dinamikleri açısından ciddi
gerilimler yaşayan Trump yönetiminin bu <strong>sansasyonel kararının</strong> kendisine dönük muhalefeti bertaraf etme amacına matuf olduğu düşünülebilir. Bu <strong>provokatif hamle,</strong> ileriye dönük biçimde İsrail’in elini siyaseten güçlendirmeyi amaçlayan bir girişimdir. Bu karar, ABD’nin bir <strong>imaj operasyonu</strong> olmanın ötesine geçemeyen <strong>‘insan hakları’ ve ‘demokrasi’ söylemlerine</strong> rağmen bölgede <strong>istikrarsızlık ve çatışma</strong> hâlinin
sürdürülmesine yarayan politikalarını tahkim edici niteliktedir. Bu
karar, yalnızca Müslüman dünyanın değil, bütün insanlığın ortak değeri
olan Kudüs’ü <strong>Siyonist ideolojinin işgal politikasına</strong> <strong>maruz bırakan bir yıkım kararıdır</strong>. Bu karar, <strong>güvensizlik ve istikrarsızlık</strong> üreten
ABD dış politikasının yıkıcı etkisini gözler önüne sermiştir. Bu karar,
Filistin meselesinde kendisine barış adına ara buluculuk misyonu
yükleyen ABD’nin <strong>dış politik tutarsızlığını</strong> ortaya koymuştur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Bölgeyi terörize eden bu <strong>yıkıcı kararın</strong> ön
hazırlıklarının Başkan Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinde Mısır ve
Birleşik Arap Emirliği ile birlikte gerçekleşen zirvede yapıldığı
anlaşılıyor. Bu zirve sonrası bölgede yaşanan gelişmeler ve ilgili
ülkelerin ortaklaşa atmış oldukları adımların, bu provokasyonun ön
girişimleri olduğu görülüyor. Öyle ki, zirvenin hemen akabinde
uygulamaya konulan Katar ambargosu; Suudi yönetiminde ‘yolsuzluk’ adı
altında yürütülen siyasal operasyonlar; ‘ılımlı İslam’ etiketiyle
sürdürülen sözde reform girişimleri vd. bütün bu sürecin ön adımları
olarak değerlendirilebilir. Böylelikle İsrail’in güvenliğini tahkim
etmek ve süregelen işgali genişleterek meşrulaştırmak adına yürütülen
Orta Doğu projesinin yıkıcı adımlarından birisi daha atılmıştır. Bu
amaca hizmet etmesi adına, bölgede başı çeken <strong>otokratik rejimlerin</strong> gücünü konsolide etmek adına bu ön hamlelerin gerçekleştirildiği görülüyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Kuşkusuz bölgedeki yangını büyütecek olan böylesi <strong>meşum bir kararı </strong>alabilme
cesareti, Müslüman dünyanın içinde bulunduğu sefalet hâlinin bir
göstergesidir. Ancak bir yanda halkına ve diğer İslam ülkelerine gücü
yeten <strong>anti-demokratik</strong> <strong>otokratik devletler;</strong> öte
yanda bölgede üretilen terör yapılarının sebep olduğu kaos bu cesaretin
kaynağını teşkil ediyor. Mukaddesatımızı aşağılayan bu müessif karar, <strong>otokratik uydu rejimlerin </strong>egemen olduğu Müslüman ülkelerin perişanlığının bir nişanesi durumundadır. <strong>Vesayetçi otokratik yönetimlerinin bekası adına</strong> halklarını
baskı altında tutma politikasının ortaya çıkardığı kapalı toplumsal
yapıların derin bir sosyo-psikolojik yılgınlığa yol açtığı görülüyor. Bu
kırılgan sosyal yapı, <strong>halkların körleşmesine, toplumsal direncin kırılmasına ve yılgınlıkla yorgun düşmesine</strong> sebep oluyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><strong>Bu kritik süreçte Türkiye,</strong> Kudüs
ve Filistin meselesinin yalnızca bir ulusun sorunu olmadığı
gerçekliğinden hareketle, etkin biçimde çok yönlü dış politik hamleler
ortaya koymuştur. Bu bağlamda bölge ülkeleri ile yoğun bir diplomasi
trafiği yürüten Sayın Cumhurbaşkanımız, dönem başkanı olduğu <strong>İslam İşbirliği Teşkilatı’nı</strong> olağanüstü
zirveye çağırmıştır. 1969 yılında kuruluş amacı Filistin davası olan
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın sahip olduğu üye sayısı (57 ülke) ve
kapsadığı coğrafi alan itibarıyla dünyanın en büyük uluslararası
kuruluşlarından birisi olarak özgül ağırlığını ortaya koyması
bekleniyor. Bu olağanüstü zirvede alınan kararlar, bu kaotik sürecin
yönetimi açısından önem arz ediyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Bölge ülkelerinde farklı yoğunluklarda devam eden <strong>lokal çatışmalar, iç savaşlar, terör eylemleri, rejim değişiklikleri ve çökmüş devletler trajik bir panorama</strong> sergiliyor. Bölge ülkelerini içine alacak şekilde <strong>sıcak savaş ve ağır çatışmaların</strong> <strong>tahrik edilmesi yönlü bu yıkıcı ve tehlikeli adım,</strong> bütün bölgeyi saracak <strong>devasa bir yangına</strong> dönüşme potansiyeline sahiptir. <strong>Bu yangın, </strong>Kudüs
davasının ciddiyetini idrak edemeyen bütün bölge ülkelerini içine
alacak ve bekası uğruna birçok temel insani değeri yok saydıkları <strong>otokratik yönetimlerini</strong> de sonlandıracaktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><strong>Kuşkusuz Kudüs, İslam dünyasının izzet ve onurudur. İzzetine sahip çıkmayanın zilleti mukadderdir!</strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><strong>14.12.2017 </strong></span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-8365143782069637582017-12-07T02:42:00.001-08:002017-12-07T02:42:47.511-08:00‘Ambargo Davası’: Operasyonel Yargı Tiyatrosu<div style="font-size: 17.3333px;">
<div style="font-size: 17.3333px;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<span style="font-size: 16px;">Türkiye’yi siyaseten kuşatmaya dönük küresel operasyonun yeni bir hamlesi olan </span><b style="font-size: 16px;">‘ambargo davası’</b><span style="font-size: 16px;"> (Sarraf
davası) bütün dünya kamuoyunun gözleri önünde bir yargı tiyatrosu
olarak sürdürülüyor. 15 Temmuz FETÖ’cü cunta darbe girişimi ile ülkeyi
teslim alma hayalinin akim kalmasının akabinde bu kuşatmanın farklı
fazlarda sürdüğü görülüyor. Askerî, siyasi, iktisadi ve hukuki alanlar
ile diplomasi düzeyinde yoğunluğu artarak süren kuşatma harekâtı sürgit
devam ediyor. Türkiye’yi hedef alan bu komplocu operasyonun küresel
aktörleri, öngördükleri senaryoyu, terör örgütlerinin (FETÖ, PKK, DEAŞ,
YPG vd.) figürasyonuyla ve uluslararası medya aygıtlarının algı
operasyonlarıyla hayata geçiriyor. Bir terör yapısı tarafından
talimatlandırılarak harekete geçirilip icra edilen 17-25 Aralık
operasyonel yargısal aktivizminde kullanılan soruşturma delillerinin
(yasa dışı dinlemeler, üretilen sahte deliller vd.) bu tiyatral davanın
yargısal lojistiğini oluşturduğu görülüyor. Davanın işleyişi, yargıcı,
savcısı ve ilişkiler ağı açısından ortaya çıkan durum, yargılama
sürecini şaibeli hâle getiriyor. FETÖ tarafından kurgulanan kumpas
davalarında üretilen deliller üzerinden yürütülen bu siyasi davanın,
Türkiye’nin iç siyasi dinamiğine dönük operasyonel amaçlar hedeflediği
görülüyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Sanık
olarak tutuklandıktan sonra yapılan pazarlıklar neticesinde tanık ya da
itirafçı statüsüne geçirilen kişinin dava safahatındaki tanık beyanları
üzerinden Türkiye aleyhine kara propaganda sürdürülüyor. Bu çerçevede,
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını itham edici beyanlar mahkeme
tutanaklarına planlı biçimde kaydettiriliyor. Uluslararası mali denetime
açık olan iki kamu bankasını hedef alan ithamlarla Türkiye’nin
bankacılık sistemine ve makro ölçekte ülke ekonomisine dönük kasıtlı bir
tahrip edici müdahale gerçekleşiyor. Bu operasyonel girişim, hem hukuki
ve hem de iktisadi anlamda Türkiye’ye yönelik bir dış müdahale
niteliğindedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Birleşik
Devletlerin sadece kendi ulusal şirketleri ve iç hukuku açısından yasal
bir geçerliliği söz konusu olan İran ambargosunun Türkiye açısından
uluslararası hukuktan kaynaklı bir yaptırımı mevzu bahis değildir. Ülke
yönetimlerine dönük bir yaptırım olarak öngörülen bu tür ambargolar ne
yazık ki ilgili ülke vatandaşlarının kimi zaman temel insani
ihtiyaçlarını karşılamalarını imkânsız kılan birtakım kısıtlar üretiyor.
Kaldı ki Türkiye, müttefiklik hukukuna ahlaki bir duruşla riayet etmek
suretiyle söz konusu Amerikan ambargosunu delmediği bizatihi hükûmet
yetkilileri tarafından beyan ediliyor. Bütün bu gerçeklik, yürümekte
olan tiyatral davanın farklı küresel siyasi hedeflerinin olduğunu açıkça
ortaya koyuyor. Egemenlik hakkı çerçevesinde isnat edilecek olan suç
kapsamında ilgili şahıs/ların yargılanma yetkisi, bizatihi Türk yargı
mercilerinindir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Burada,
Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü hedef alan terör yapıları marifetiyle
sınır bölgemizde fiilî bir durum var etmeye çalışan küresel planı veya
senaryoyu hayata geçirme iradesi söz konusudur. Bu müstemlekeci küresel
operasyon karşısında varoluşsal bir direnç sergileyen Türkiye’nin
yönetici siyasal kadrosunun tasfiyesi amaçlanıyor. Bölgede terör
örgütleri ile iş birliği içinde söz konusu planı hayata geçirebilme
adına pervasızca yürütülen bu operasyon, 15 Temmuz’da hezimete uğrayan
vesayet uşaklarının çaresiz çırpınışlarıdır. Sistematik biçimde
adaletsizlik/ler üreten müesses küresel nizamın gayri insaniliğini ve
gayri ahlakiliğini haykıran Türkiye, politik duruşundaki moral
üstünlükle küresel bir umut olma potansiyelini sürdürüyor. Bir umut
adası olarak Türkiye, bu güç ve kudretini millî birlik ve bütünlüğünden
almaktadır. Bu umut, ancak tek hakikatimiz olan <b>‘Türkiye siyaseti’</b> ile kaim ve daim olabilecektir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Bu
hakikatten hareket etmek bütün fertleri ile bu vatan evlatlarının
varoluşsal bir yükümlülüğüdür. Burada parti siyaseti ve
politik-pragmatik kaygılar üzerinde ‘Türkiye siyaseti’ yapabilme
cesareti ve erdemliliği sergileyemeyenleri tarih affetmeyecektir.
‘Türkiye siyasetine’ yürekten ses ve güç verme cesareti gösteremeyen
sünepeler milletin vicdanında yargılanacaktır. <b>Kişisel çıkarını, politik ikbalini ve maddi yararını her şeyin üstünde gören sinikleri tarihsel hafızamız mahkûm edecektir.</b></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>07.12.2017 </b></span></div>
<br />
<span style="font-size: 16px;"></span><span style="font-size: 16px;"></span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-9628744626132604532017-11-30T04:05:00.003-08:002017-11-30T04:05:46.331-08:00Koruyucu aile uygulaması<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"> <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca yürütülen <strong>koruyucu aile uygulaması veya bakımı</strong>, belirli bir sebeple <strong>‘öz ailesi tarafından bakılamayan’ ve ‘evlat edindirilemeyen çocukların’</strong> himaye
edilmesini ya da koruma altına alınmasını ifade etmektedir. Koruyucu
aile bakımına muhtaç çocuğun sağlıklı gelişimi açısından öz ailesi ile
bağının ve/ya ilişkisinin sürmesinin gerekliliği ilkesi uyarınca bu
uygulama, geçici süreli bir hizmet olarak öngörülmektedir. Zihinsel,
bedensel ya da psikolojik sebeplerden; ekonomik imkânsızlıklardan; ya da
boşanma veya ölüm gibi durumlardan ötürü aile bütünlükleri sona
erebilmektedir. Çocukların doğal yetişme ve gelişme ortamını ortadan
kaldıran bu türden durumlarda, öz ailenin şartları iyileşinceye kadar
başka bir ailenin yanında çocukların bakımlarının sağlanması geçici bir
tedbir olarak öngörülmektedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununa göre, <strong><em>“bedensel,
zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği
tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuk/lar”</em></strong> bu
türden bir korunmaya ihtiyacı olan çocuklar olarak belirlenmiştir.
Sosyal devlet ilkesinin bir gereği olarak ortaya çıkan koruyucu aile
uygulaması, yalnızca ülkemizde değil, bütün dünyada muhtaç çocuklar
açısından tercih edilen bir bakım ve himaye hizmeti olarak
geliştirilmiştir. Bu uygulama, içinde bulunduğumuz çağın dönüştürücü
sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel dinamikler ile çözülmeye uğrayan aile
sosyolojisini muhafaza etmeye dönük stratejik bir hizmettir. Özellikle
kentleşme olgusu üzerinden dönüşüme uğrayan bu yeni sosyolojik evrende
bir bütün olarak aile değerini muhafaza etmek suretiyle çocuğun
korunması amaçlanmaktadır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Hiç
kuşku yok ki, çocuklarımızın toplumda sağlıklı bireyler olarak yetişip,
gelişebilmelerinin temel şartı, öz aile ortamlarının doğal yapısı ve
sıcaklığının muhafaza edilmesidir. Ancak öz aileleri yanında yetişme ve
gelişme imkânını bir şekilde kaybeden çocukların <strong>koruyucu aile</strong> ortamının
sıcaklığına kavuşabilmeleri adına bu uygulama önem arz ediyor. Koruyucu
aile uygulaması, bu imkânı kaybetmiş olan çocukların topluma yeniden
kazandırılması adına önemli bir misyon icra etmektedir. Bu uygulama,
çocukların bir birey olarak gelişimi ve kişiliğinin yapılandırılması
açısından doğal-zorunlu bağlamı ifade eden aile ortamının ikame
edilmesini ifade ediyor. Koruyucu ailelik, öz ailelerinde yetişme
imkânını bir şekilde yitiren çocukların onları bu travmatik duruma iten
faktörlerin duygusal açıdan yaralayıcı ve örseleyici etkilerini izale
edici bir tedbir olarak kurumsallaştırılmıştır. Çocuğun bir birey olarak
toplumsal bünyeden soyutlanmasını önleyici nitelikteki bu tedbir, aile
ortamının sıcaklığında güvenli ve öz-güvenli biçimde çocukların bireysel
gelişiminin teminatını oluşturacaktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bu
uygulama, çocukların yalnızca maddi ihtiyaçlarının giderilmesi açısından
değil, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanması ve psiko-sosyal
gelişimlerinin sağlıklı biçimde gerçekleşmesi için önemlidir. Koruyucu
aile bakımı, çocuğun aile ya da koruyucu aile ortamı olmaksızın
sosyalleşme sürecinin ortaya çıkarabileceği muhtemel
riskleri/tehlikeleri de bertaraf edecektir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bugün
bütün dünyanın gözleri önünde, doğdukları coğrafyalarda hayata tutunma
imkânını tümüyle yitiren yüz binlerce aile ve çocuğun trajik dramlarına
tanık oluyoruz. Özellikle civarında bulunduğumuz coğrafyayı kasıp
kavuran kitlesel şiddet, savaş, ekonomik yoksunluklar ve beraberinde
gelen zorunlu göç, ailelerin parçalanmasına ve çocukların kimi zaman
korumasız biçimde istismar riskine açık hâle gelmesine yol açıyor.
Bölgeyi esir alan yıkıcı kaostan çıkabilme adına her şeyini terk ederek
göçe mecbur kalan mülteci aile çocuklarının binlercesinin Avrupa’da
kaybolduğu ya da akıbetinin bilinmediği kaydediliyor. Ayrımsız biçimde
dünya çocuklarının hak ve hukukunun gözetilerek himaye edilmeleri ve
uygun bir aile ortamında yetişebilmeleri ile ancak insanlığın kendi
geleceğini teminat altına alabileceğinde kuşku yoktur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Sonuç
olarak, geleceğimizi teminat altına alabilmek adına koruyucu aile
uygulamasının yalnızca çevremizle değil, daha geniş ölçekli biçimde risk
altındaki bütün dünya çocuklarını da kapsayacak biçimde genişletilmesi
adına güçlü bir ulusal farkındalığın oluşturulması önem arz ediyor.</strong></span></div>
<span style="font-size: 14px;"><strong>30.11.2017</strong></span>Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-32433378965996953832017-11-23T00:47:00.002-08:002017-11-23T00:47:29.679-08:00Dünya Çocuk Hakları<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"> <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 yılında kabul edilen </span><strong style="font-size: 16px;">‘Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin</strong><span style="font-size: 16px;"> üzerinden tam 28 yıl geçti. Çocuğun </span><strong style="font-size: 16px;">‘yaşama, gelişme, korunma ve katılım hakkı</strong><span style="font-size: 16px;">’
gibi haklarını güvence altına almayı; çocuğun sağlıklı ve verimli
gelişimini temin etmeyi amaçlayan sözleşmenin üzerinden geçen onca yıla
rağmen, ne yazık ki dünya çocuklarının </span><strong style="font-size: 16px;">hak mahrumiyetleri ve mağduriyetleri</strong><span style="font-size: 16px;"> kesintisiz biçimde devam ediyor. Çocukların </span><strong style="font-size: 16px;">‘ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve siyasi haklarını’</strong><span style="font-size: 16px;"> teminat altına almayı ve bu konularda devletlerin çocuklara karşı </span><strong style="font-size: 16px;">pozitif yükümlülüklerini</strong><span style="font-size: 16px;"> düzenlemeyi
hedef alan bu sözleşmeyi imzalayan bütün dünya devletlerine rağmen,
masumiyetin bekçisi olan çocuklar, kirli küresel güç mücadelelerinin ve
savaşların kurbanları olmayı sürdürüyor. </span><strong style="font-size: 16px;">Küçük bedenlerin masumiyetine ve insan onurunun masuniyetine vahşice kasteden kirli savaşların karanlık failleri,</strong><span style="font-size: 16px;"> en şatafatlı biçimde </span><strong style="font-size: 16px;">çocuk hakları retoriği</strong><span style="font-size: 16px;"> üretmekten de geri durmuyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><strong>‘Üçüncü dünyada’</strong> bedensel,
zihinsel ve duygusal olarak himayeye muhtaç ve bağımlı olan çocukların
korumasız/korunaksız biçimde açlık sınırında yaşamaya zorlandığı
görülüyor. Varlık amacı, <strong>kâr, çıkar ve yarar maksimizasyonu </strong>olan küresel sömürü düzeninin kirli aktörlerince her gün masumiyet katlediliyor. <strong>Masumiyet;</strong> <strong>kimi
zaman batan bir teknede, kimi zaman kıyıya vuran minik bir bedende,
kimi zaman bombalanan bir sığınakta, kimi zaman gözyaşları kana bulanmış
minik bir çehrede, kimi zaman çaresizlikle haykıran bir ana kucağında,
kimi zaman sürgün edilmiş bir yürekte yüzünü gösteriyor.</strong> Çocuklar,
sınır tanımaz biçimde bütün dünyada ağır şiddet, sömürü, yoksulluk,
açlık ve istismara maruz bırakılıyor. Eğitim çağındaki çocuklar
çalıştırılarak (çocuk işçiler) emekleri sömürülüyor. Çocuk yaşta
evliliklerle yaşamları karartılıyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Nitekim <strong>Dünya Çocuk Hakları Günü</strong> vesilesiyle Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun <strong>(UNICEF)</strong> açıkladığı
veriler bu trajik tabloyu ortaya koyuyor. Buna göre, dünya genelinde
her 12 çocuktan birisi yoksulluk içinde yaşıyor; okula gidemiyor veya
şiddet mağduru oluyor. Yine bu verilere göre, dünya genelinde çocuklar
20 yıl öncesi ile mukayese edildiğinde daha kötü şartlarda yaşamlarını
sürdürüyor. Bu veriler, 37 ülkedeki 180 milyon çocuğun ebeveynlerinden
çok daha zor şartlarda, aşırı yoksulluk içinde yaşadıklarını gösteriyor.
Bu trajik durumun temel gerekçesi yine ilgili rapora göre, ‘<strong>dünyadaki yaygın çatışmalar ve hükûmetlerin kötü yönetimleri</strong>’ olduğu tespit ediliyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Ancak bu
raporun görmediği ya da görmezden geldiği gerçeklik şu ki, çocuk
hakları, tek başına idarelerin/hükûmetlerin değil, bir bütün olarak
uluslararası kuruluşların ve dünyada <strong>gelir adaletsizliğine yol açan sömürü düzenini</strong> egemen
kılan küresel güçlerin sorumluluğu altındadır. Hiçbir ayrım
gözetmeksizin dünya çocuklarının en temel haklarından başlamak üzere, <strong>‘sağlıklı yaşama, duygusal yakınlık ve güvenlik içinde olma ve yoksulluk çekmeme, sağlıklı gelişme’</strong> gibi hakların temin edilmesi bir <strong>insanlık sorunu ve sorumluluğudur.</strong> Sağlıklı
bir toplumsal bünyenin ve geleceğin güvencesini oluşturan çocukların
kişilik gelişimi bu hakların temini ile mümkündür. Bu noktada öncelikle
çocukların, <strong>şiddet, sömürü ve istismara</strong> karşı korunma hakkına ilişkin <strong>kamusal güvencelerin/tedbirlerin</strong> sistematik
biçimde temini, gözetim ve denetimi büyük önem arz ediyor. Ancak bu
negatif gerçeklikler bertaraf edebildiği ölçüde çocukların <strong>‘özel yaşam, onur ve saygınlıklarının’</strong> korunması mümkün olabilir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Çatışma,
şiddet, savaş, göç, yokluk, yoksulluk ve açlık gibi insanlığı tehdit
eden trajedilerin en ağır mağdur kitlesini kuşkusuz çocuklar
oluşturuyor. Bugün bütün dünyanın gözleri önünde bu trajik duruma mahkûm
edilen çocuklarla birlikte <strong>insanlığın yaşam sığınağı</strong> yok
oluyor. Kuruyan merhamet damarı, katledilen masumiyet duygusu ile
birlikte insanlığın gelecek teminatı olan çocuklarımızı kaybediyoruz.
Dünya, en asgari düzeyde savaşta ve sığınmacı durumlarda bile özel
olarak korunma hakkı olan çocuklarına sahip çıkamıyor. <strong>İnsanlık,
geleceğine sahip çıkabilmek adına bütün dünya çocuklarının haklarına eş
biçimde sahip çıkma noktasında bütünsel sorumluluğunun idrakine varmak
durumundadır.</strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><strong>23.11.2017 </strong></span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-58842583962598400372017-11-09T03:24:00.003-08:002017-11-09T03:24:46.248-08:00‘Yeni Orta Doğu’: Kaos ve Savaş Siyaseti<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"> <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"> </span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Son
günlerde Orta Doğu’da, bölgede yeni bir küresel stratejik adımın
atılmakta olduğuna işaret eden bir takım hadiseler yaşanıyor. Peşi sıra
sökün eden hadiselerden ilki, Lübnan Başbakanı’nın Riyad ziyaretinde
görevinden istifasını duyurması olmuştur. Yemen’den Suudi Arabistan’a
fırlatılan füze haberlerinin ardından Suud hanedanlığından prens ve
bakanların ‘yolsuzluk operasyonu’ kapsamında gözaltına alındığı
haberleri dünya gündemine düşmüştür. Bunun akabinde düşen helikopterde
bir Suudi prensin hayatını yitirdiği haberi duyulmuştur. Bütün bu
olaylar dizisi ve gerçekleşen operasyonlar, kraliyet içinde tasfiyelerin
ve/ya taht kavgalarının eşliğinde yürütülen bir <strong>küresel proje</strong> olduğuna işaret etmektedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Bu
olayların başlangıç noktası, Trump’ın başkanlığı sonrasında gerçekleşen
Suudi Arabistan ziyaretidir. Bu ziyaret, Amerikan dış politikasının
yeniden <strong>İran’ı düşmanlaştıran</strong> güvenlik paradigmasını
yaşama geçirmesinin stratejik adımı olmuştur. Bu adımın temel dayanak
noktası; İsrail’in güvenliğini temin edebilmek adına bölgede İran
sınırına dayanacak bir <strong>güvenlik hattı</strong> oluşturmaktır.
Nitekim bu ham hayali gerçekleştirme amacı doğrultusunda Barzani’nin
sözde bağımsızlık referandumuna destek olunmuştur. Bu güvenlik hattını
tahkim edecek <strong>ideolojik zemin,</strong> mezhep temelinde
kurgulanan Sünni-Şii ayrımıdır. Mısır’ın yanı sıra Birleşik Arap
Emirlikleri gibi bu cephede yer alan ülkelerin siyasi öncülüğünün Suudi
Arabistan tarafından gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. İsrail’in
güvenlik konsepti, <strong>‘dış düşman’ ve tehdit algısı</strong> ile örtüşük bir <strong>cepheleşme</strong> ortaya çıkarılmıştır. Ancak Suudi Arabistan’ın başını çektiği bu cephenin ilk hamlesi olan <strong>Katar ambargosu</strong> başarısızlıkla sonuçlanmış ve ciddi bir imaj zedelenmesine yol açmıştır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Bölge üzerinde <strong>küresel iktidarı</strong> muhafaza edebilmek adına oluşturulan bu güvenlik konseptinin gerekli kıldığı <strong>yeni iktidar yapılanmaları </strong>için lüzumlu görülen <strong>‘Ilımlı İslam’</strong> gibi kavramsallaştırmalar yeniden gündeme getiriliyor. <strong>‘Ilımlı İslam’ ve ‘reform’</strong> adı altında <strong>çatışma cephesini</strong> tahkim edecek <strong>yeni iktidar yapılanmalarının perdelenmesi</strong> amaçlanıyor.
Bu projenin, minimal ölçekte de olsa bir dip dalga olarak toplumsal
talep olduğu yönlü yorumlar yapılsa da; temelde bunun zaman zaman
ısıtılarak gündeme getirilmesinin ardında <strong>küresel bir hesabın</strong> olduğu aşikârdır. Nitekim bu projeyle özdeş bir konsepte dayalı olan <strong>FETÖ projesi de söz konusu küresel iktidar tarafından üretilmiş bir güç yozlaşmasıdır.</strong> Kuşkusuz üretilmiş olan bu <strong>kavramsal modellemeler</strong> üzerinden <strong>hegemonik iktidar</strong> tahkim edilmeye çalışıyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Yaşanan bütün bu gelişmeler, güvenlik ekseninde kurgulanan <strong>çatışma siyasetinden ve savaş endüstrisinden beslenen küresel sistemin</strong> yeni
bir hamlesidir. Çok uluslu müdahalelere açık hâle gelen bölgede yeni
güvenlik stratejilerinin ve dengelerin oluşturulması adına farklı <strong>savaş cepheleri</strong> oluşturuluyor. Bölgede daha mikro ölçekte <strong>parçalanmayı, sistematik çatışmayı ve savaş stratejisini</strong> besleyecek biçimde radikal milliyetçi dalgalar sürekli biçimde köpürtülüyor. Nitekim <strong>Kürt milliyetçiliği </strong>üzerinden projelendirilerek üretilen <strong>parçalanma stratejileri</strong> derinleştiriliyor. Bölge üzerinde <strong>yıkıcı hegemonyasını</strong> <strong>sürdürmek isteyen bu küresel iktidarın</strong> en alçakça ve faşizan hamlelerinden birisine de Türkiye, 15 Temmuz’da maruz kalmıştır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Hegemonik küresel iktidarın güç savaşlarının yürütüldüğü bu talihsiz coğrafya, ne yazık ki <strong>üretilen
ve/ya yapılandırılan terör örgütlerinin fikir ve insan kaynağı
merkezine, silah tüccarlarının iştah kabartan pazarına, devlet altı
yapılanmaların arenasına ve çökmüş devletler mezarlığına</strong> dönüşmüştür.
Bütün bu sinsi hamleler karşısında siyasal aklı ve sağduyuyu egemen
kılmakta acziyet yaşayan bölge devletlerini/uluslarını da yutacak bir <strong>topyekûn savaş hâli</strong> kapıda
bekliyor. En ufak bir kıvılcım, bölgede varlığını sürdüren politik
kaosun tümden kontrol edilebilir veya yönetilebilir olmaktan çıkmasına
yol açacaktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Sonuç olarak bölgeyi, <strong>enerji kaynaklarını temellük etme</strong> iradesiyle güvenlik temelinde okuyan küresel hesabı bozacak adımların atılması elzemdir. Burada, <strong>üretilen yapay öfke ve şiddet tutulmalarının teskin edilmesi;</strong> ve suni savaş stratejilerinin veya hamlelerin boşa çıkarılması noktasında bölgede iddia sahibi bir güç olarak <strong>Türkiye’nin proaktif, gerçekçi ve ahlaki dış politik perspektifini</strong> sürdürmesi gereklilik arz ediyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">09.11.2017 </span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-4681284914250642792017-11-03T07:11:00.000-07:002017-11-03T07:11:09.162-07:00Yargısal Adalet ve Muhabbet Erdemi<div style="font-size: 17.3333px;">
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Keşfedici
aklı; üretken zihin dünyası ve nitelikli emek kapasitesi ile bilgi ve
bilimden teknolojiye oldukça yüksek bir gelişim seyri sergilemek
suretiyle insanoğlu, </span><strong style="font-size: 14px;">‘modern bir uygarlık’</strong><span style="font-size: 14px;"> birikimi
var etmiştir. Çeşitlenen toplumsal ilişki biçimleri; çoğalarak
farklılaşan organik sosyolojik iş bölümleri; giderek artan ekonomik ve
kültürel zenginlikler vb. beraberinde modern uygarlığın kendine özgü
bir </span><strong style="font-size: 14px;">sosyal düzen inşasını</strong><span style="font-size: 14px;"> mümkün kılmıştır. Bu doğrultuda </span><strong style="font-size: 14px;">modern hukuk düzeni ve yargı adaleti</strong><span style="font-size: 14px;"> sistematik bir yapıya ve kurumsal bir inşaya dönüşmüştür. Ancak bütün bu </span><strong style="font-size: 14px;">sistemsel-yapısal dönüşüme</strong><span style="font-size: 14px;"> rağmen, toplumsal meselelerin, daha özelde </span><strong style="font-size: 14px;">hukuki nizaların ya da çekişmelerin </strong><span style="font-size: 14px;">çözümlenmesinde </span><strong style="font-size: 14px;">‘ideal iletişimsel’</strong><span style="font-size: 14px;"> bir zemin ve çözüm yöntemleri teşkil etme noktasında modern toplumların </span><strong style="font-size: 14px;">muzdaripliği</strong><span style="font-size: 14px;"> ortadadır. Bu ve buna benzer toplumsal ızdıraplarımızı teskin ve çözümleme sadedinde </span><strong style="font-size: 14px;">kadim tarihsel hafızamıza</strong><span style="font-size: 14px;"> referansta bulunmak durumundayız.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Kuşkusuz
bu minvalde düşüncelerine referansta bulunabileceğimiz isimlerden
birisi de ünlü Osmanlı mütefekkiri, ahlak kuramcısı ve yargıcı
Kınalızâde’dir. Ünlü düşünür <strong><em>Ahlâk-ı Âlâî</em></strong> adlı
eserinde toplumsal meselelerin ve/ya uyuşmazlıkların çözümlenmesinin
iki temel yolundan söz etmektedir. Bunlardan ilki, taraflar arasındaki
nizalara adalet yasalarını veya ilkelerini tatbik etmek suretiyle
gerçekleşen çözüm usulüdür. Müellifin öngörmüş olduğu ikinci yol/usul
ise, <strong>muhabbet yoludur.</strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bunlardan ilki, insanlığın <strong>‘toplumsal düzenin inşası ve idamesinde yönelmiş olduğu kadim bir yöntemdir’</strong>. Burada <strong>‘adalete yönelmiş olan’</strong> hukukun,
yargı adaleti olarak tecelli etmesi beklenmektedir. ‘Yargısal adalet’,
taraflar arasındaki hukuki meselelerin çözümlenmesinde kurumsal olarak
yapılandırılmış bir mekanizmadır. Bu mekanizma veya yol <strong>insan aklına</strong> hitap ederken; ikincisi, insanın <strong>duygu dünyasına</strong> hitap
etmektedir. İrfânî geleneğin söylem düzeneğine uygun bir çıkarımla
Kınalızâde, ikinci yolu tercih edenleri toplumda seçkin bir konuma
yerleştirmiştir. Zira bir iletişim biçimi olarak muhabbetin cereyan
ettiği toplumsal kesim sınırlıdır. Muhabbetin egemen olduğu toplumsal
zeminde yargısal adalete ihtiyaç söz konusu değildir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Kınalızâde, filozofların <strong>doğal bir birliğe (<em>vahdet</em>)</strong> benzediği
için muhabbeti, adaletten daha yüksek bir erdem olarak kabul
ettiklerini belirtir. Zira onlara göre adalet, yapma ve/ya yapay bir
birliğe benzemektedir. Hâlbuki özünde birliği gerekli kılan <strong>muhabbet, ikiliği ortadan kaldırmaktadır.</strong> Öyle ki yargısal adalet, ikiliğin ortaya çıkmasından sonra tahakkuk eder.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Sözlükte <strong>‘<em>insaf</em>’</strong> kelimesi ile tanımlanan adaletin türetmiş olduğu ikilik, ‘yarım’ manasına gelen <strong><em>nısf</em></strong> teriminden anlaşılmaktadır. <strong><em>Nısf</em>,</strong> herhangi bir şeyin yarısını kişinin kendisinin alıp, diğer yarısını ise diğer ortağının almasını ifade eder. <strong>Mubabbet ile birliğe ulaşma imkânı söz konusu iken, yargısal adalette ikilik söz konusudur.</strong> İkilik doğuran yargısal hükümlerden ideal anlamda toplumsal faydanın ortaya çıkması da mümkün değildir. Tüm <strong>varlığın kıvam ve bekâsı için gerekli olan muhabbet,</strong> varoluşsal anlamda bütün değerlerin esası; ‘varoluşun özü’; ve varlık düzeninin kurucu zeminidir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Kınalızâde, <strong><em>‘Ezeli sevgi sırrı bütün eşyada sârîdir’</em></strong> beyti
ile muhabbeti/sevgiyi, özsel anlamda varlığın her zerresine sirayet
eden bir töz olarak nitelendirir. O yüzden muhabbet ile adalet arasında,
salt kavramsal düzeyde bir ilişki yoktur. Bunun ötesinde, bu ikisi
arasında deruni mana boyutları ile ifade edilebilecek karşılıklı bir
belirleyicilik ilişkisi söz konusudur. Adaletin ayrılmaz bir unsuru
olarak değerlendirilen muhabbetin Batı dillerinde bir karşılığı
bulunmamaktadır. Sevgi içinde <strong>söyleşmeyi, halleşmeyi ve hemdem olmayı</strong> ifade eden muhabbetin, J. Habermas’ın <strong>‘ideal iletişim’</strong> olarak kavramsallaştırdığı şeye tekabül ettiği söylenebilir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Formel
yargı adaleti sisteminin taraflar arasındaki nizâların çözümlenmesinde
kimi zaman kamu vicdanını tatmin etmekten uzak pratikleri; kimi zaman
yoğun iş yükü nedeniyle adaletin tecellisinin gecikmesi durumları ile
karşı karşıya kalıyoruz. Bu noktada <strong>alternatif uyuşmazlık yöntemleri</strong> olarak yargı düzenimize dâhil etmeye çalıştığımız kurumları (ara buluculuk gibi) <strong>kadim kültürümüzün değer dünyası ve kavramları ile içeriklendirmenin</strong> imkân ve yollarını aramalıyız.</span></div>
</div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-75638920080680182942017-10-19T06:49:00.001-07:002017-10-19T06:49:45.922-07:00‘Araf Çağı’: Hegemonya sonrası dönem<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">“</span><strong style="font-size: 14px;"><em>1990’dan
2025/2050’ye kadar olan dönemde çok büyük ihtimalle, barış, istikrar ve
meşruiyet kıtlığı çekilecektir. Bunun nedeni kısmen, dünya sisteminin
hegemonik gücü olan ABD’nin zayıflamasıdır. Ancak asıl neden bir dünya
sistemi olarak dünya sistemindeki krizdir.</em></strong><span style="font-size: 14px;">”</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Amerikalı
ünlü sosyolog ve dünya sistemleri analisti Immanuel Wallerstein’ın bu
kehaneti/öngörüsü, dünya sisteminde yaklaşık yarım yüzyıl (1945-1990)
süren ABD hegemonyasının nihayete erdiğini kaydetmektedir. Ona göre, bu
hegemonya ve/ya ‘umut çağı’ -çoğunlukla sahte umutlar da olsa- sona
ermiştir. <strong>‘Umut çağı’</strong> yerini istikrarsızlığın, düzensizliğin, güvensizliğin ve tekinsizliğin egemen olduğu bir çağa <strong>‘araf çağına’</strong> bırakmıştır. Dünya sistemi tarihi açısından görece kısa dönemlere tekabül eden <strong>hegemonya</strong> dönemleri, sonrasında ortaya çıkan istikrarsızlıklara bağlı olarak meşruiyet yoksunluğu çekilen dönemler olmuştur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bu dönemler, bizatihi <strong>‘güç tekelleşmesini’</strong> tahkim edici unsurların kaçınılmaz biçimde kurulu sistemi çökerttiği dönemlerdir. <strong>Hegemonik iktidar ideolojisinin</strong> <strong>(kapitalizm)</strong> ve
onu meşrulaştıran politikaların çözüldüğü bir dönemdir. Bu çağ, küresel
emperyal sistemin çöküş sürecinin ortaya çıkardığı ağır hasarı onarma
çabasında olan <strong>‘alt-emperyalist güçlerin’</strong> çaresizlik çağıdır. Bu hegemonyayı tahkim etmeye çabalayan <strong>‘meşru’</strong> güçlerin aymazlıkla iki yüzlü duruşlarını sergiledikleri çağdır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Hegemonya sonrası dönemlerde ortaya çıkan bu siyasal düzen/sizlik ve küresel politik karmaşa, beraberinde <strong>yeni eksenlerin-merkezlerin</strong> doğumuna
tanıklık eder. Çöküş süreçleri, yeni bir sistemsel düzenin doğumuna
imkân verir. Tarihin çevrimsel bir döngüsellik içinde tecelli ettiği bu <strong>doğurgan zamanlar,</strong> yeni inşaların çağıdır. <strong>Tarihsel ritmin dışına taşan bu yeni çağ dinamiği kendisini, çöküşlere eşlik eden yükselişler olarak tebarüz ettirir.</strong> İktidar tekelleşmelerinin çözüldüğü bu tarihsel anlar, <strong>sistemsel yenilenmenin</strong> doğum
zamanlarıdır. Can havliyle tedarik ve tahkim edilmeye çalışılan askerî
kapasite artırımı vb. önlemler, geri dönüşsüz akış karşısında
çaresizdir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bu çağ, Kant’ın<strong> ‘daimi barışı’</strong> temin ve tesis etme adına <strong>‘devletlerin gönüllü birlik oluşturma’</strong> tahayyülünün bir kez daha idealitesinden koparıldığı kurumsal hayal kırıklığına dönüşüm çağıdır. Bireyi, <strong>‘dünya vatandaşı’</strong> olarak tasarlayan kamusal hukuk tasavvurunun yok edildiği çağdır. Çağların benzer kurucu ideallerini yıkıma uğratan bu <strong>âraf çağı,</strong> toplumsal bünyeyi ve tarihsel hafızayı ifsat eden derin hayal kırıklıklarının çağıdır. ‘Umut çağında’ yeşeren <strong>‘kozmopolitan demokrasi’</strong> tasarımının
(Nussbaum) yokluğa mahkûm olduğu çağdır. Bu, ötekileştirici ve hatta
düşmanlaştırıcı güvensiz siyasal sistemlerin ve toplumsal düzenlerin hak
ve özgürlükleri haleldar ettiği bir <strong>kapanma çağıdır.</strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bu toz bulutu içinde varoluş/beka mücadelesi veren Türkiye, çok boyutlu <strong>küresel kuşatma</strong> altındadır.
İşgali hedefleyen bu asimetrik kuşatmanın en ağır hamlesi, kuşkusuz 15
Temmuz FETÖ darbe girişimi olmuştur. Bu yıkıcı hamleyi milletiyle
bütünleşmiş bir siyasi irade ile bertaraf eden Türkiye, farklı fazlarda
ve boyutlarda sürdürülen kuşatmayı kırma mücadelesini birden çok cephede
sürdürüyor. Türkiye, faşizan darbe girişiminin elebaşlarını himaye eden
sözde müttefik ülkelerin açık hedefi durumundadır. İçinde bulunduğumuz
hegemonya sonrası dönemde, ittifaklara ve birliklere ilişkin hiçbir
yerleşik pozisyonun sürdürülebilir olmadığı aşikârdır. Zira çöküş
süreci, devletlerarası sistemin yerleşik düzenin unsurları açısından bir
yapıbozumuna yol açmıştır. Söz konusu sistemin kurumsal aygıtları
(başta BM), idealitesini yitirmekle kalmamış itibarsızlık deryasına da
gark olmuştur. Hegemonyanın <strong>meşruiyet açığını</strong> kapatmak üzere tasarlanmış olan bu kurumsal aygıtlar, çöküşü önleyebilmek bir yana hızlandıracaktır. <strong>Yıkıcı sistemsel kaosun</strong> <strong>ortaya çıkardığı savruk politikalar terör örgütleri ile kirli ittifaklar ve/ya taşeronlaştırıcı iş birlikleri doğurmuştur.</strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">İçinde bulunduğumuz zaman dilimi, küreye egemen olan hegemonik düzenin sistemsel yıkımına yol açan <strong>ağır meşruiyet açığını giderecek yeni bir inşaya gebedir.</strong> ‘Eski dünya’, ‘üçüncü dünya’, ‘öteki dünya’ vd., bu yeni doğum sancılarının iniltisine kulak kesilmiş durumdadır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Bütün bu dünyaların/coğrafyaların yürek atımı olan Türkiye, yeni umut çağının meşalesidir!</strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>19.10.2017 </strong></span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-14768846003169372482017-10-12T01:16:00.000-07:002017-10-12T01:16:07.245-07:00Kadına yönelik şiddet ve modern cinsiyet rejimi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"> </span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Modern
endüstriyel kapitalist düzenin tarihî inşa süreci; üretim biçimleri,
mülkiyet, bilgi teknolojileri, tüketim eğilimleri, kültürel kodlar,
hukuk ve haklar düzeni, siyasal örgütlenme, ekonomik yapılanma vb.
alanlarda yaşanan dönüşümlerle birlikte küreselleşen bir dünya var
etmiştir. Küresel ölçekte </span><strong style="font-size: 14px;">dönüştürücü bir kültürel hegemonya</strong><span style="font-size: 14px;"> kuran bu düzen, modern toplumlarda esaslı sosyolojik kırılmaları intaç etmiştir. Bu kırılma noktalarından birisini de </span><strong style="font-size: 14px;">‘modern cinsiyet rejimi’</strong><span style="font-size: 14px;"> oluşturmuştur.
Endüstri devrimi ile birlikte ortaya çıkan insan gücü (emek) ihtiyacı;
kolonyalist Batı dünyasının üretmiş olduğu </span><strong style="font-size: 14px;">‘şark dünyası’</strong><span style="font-size: 14px;"> tahayyülü; üretilen bu </span><strong style="font-size: 14px;">Avrupa-merkezci ve ötekileştirici dünya tasarımına</strong><span style="font-size: 14px;"> izafe ettiği cinsiyet tahayyülü; bedenîlik üzerinden üretilen modern kadın imgesi vd. bu </span><strong style="font-size: 14px;">cinsiyet rejiminin süreçsel dinamiklerini</strong><span style="font-size: 14px;"> ifade etmektedir. Bu </span><strong style="font-size: 14px;">‘modern cinsiyet rejimi’</strong><span style="font-size: 14px;">,
ne yazıktır ki, kadın hakları, özgürlük ve eşitlik taleplerini ve/ya
söylemlerini kuramsal bir çerçeve ve eylemsel bir duruş olarak üreten </span><strong style="font-size: 14px;">kadın hareketlerine</strong><span style="font-size: 14px;"> rağmen hegemonyasını sürdürmektedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Cinsiyetçi
bir temelde üretilen bu iktidar örüntüleri üzerinden tanımlanan
toplumsal cinsiyet rolleri ve beraberinde varlık bulan eril hegemonik
düzen, bütün dünyada kadına yönelen şiddetin hem çeşitlenmesine ve hem
de dramatik düzeyde artışına yol açmıştır. Bu doğrultuda ne yazık ki
ağır bir <strong>trajediye dönüşen şiddet ve cinayet haberleri,</strong> ülke
gündemimizi de kirletmeyi sürdürmektedir. Fiziksel, duygusal, cinsel ve
ekonomik açıdan başta yaşam hakkı olmak üzere kadınların hak ve
özgürlüklerini ihlal eden şiddet eylemlerinin bir sonucu olarak ortaya
çıkan kadın cinayetlerindeki bu artış, ürkütücü bir boyuta ulaşmıştır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bir insan hakkı ihlali olarak kabul edilen kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla imzalanan sözleşmeler (BM, <strong>‘Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’;</strong> ve <strong>‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’</strong> gibi) bu dramatik artışın önüne geçme noktasında yetersiz kalmaktadır. Hatta bu doğrultuda iç hukukumuzda düzenlenen <strong>‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’</strong>un da bu şiddet paranoyasını önleme noktasındaki yetersizliği ortadadır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Her
geçen gün farklı biçimleri ile toplumsal alanı kirleten bu şiddet
sarmalının mağdur kitlesini kadınların yanı sıra çocuklarımız da
oluşturmaktadır. Bu meselenin sadece hukuki tedbirlere indirgenerek
çözümlenebileceği yönündeki tespitlerin ve önerilen tedbirlerin
yetersizliği aşikârdır. O yüzden daha esaslı biçimde bu <strong>şiddet paranoyasını</strong> doğuran
toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tasavvurlar, kadın bedenini
metalaştıran eril tahakkümün kültürel kodları ve zihniyet biçimleri
eleştirel biçimde etüt edilmelidir. Zira, örneğin üretilen erkek ve
kadın bedeni imgeleri, sistematik biçimde şiddet kültürünü besleyen eril
tahakkümü her geçen gün pekiştirmektedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Modernleşmenin üretmiş olduğu ve bir <strong>‘iktidar teknolojisine’ dönüşen </strong>cinsiyet
rejiminin kültür endüstrisince üretilen egemen bir kültürel koda ve
yaygın bir küresel trende dönüşümünde uluslararası medya etkin bir rol
üstlenmektedir. Medya, modern kültür endüstrisince üretilen <strong>cinsiyetçi dil ve değer dünyasının yerleşmesinde</strong> öncü
kuvvet olmanın yanı sıra; çoğu zaman etik bir kaygı gözetmeksizin
şiddet görüntülerinin yayımında gösterdiği duyarsızlıkla bu negatif
rolünü pekiştirmektedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Türkiye’de
kırdan kente göç, kentleşme, demografik fırsat penceresi, dinamik genç
nüfusun artışı vd. faktörler, birçok alanda köklü sosyolojik dönüşümlere
yol açmıştır. Bu minvalde modernleşme tecrübemiz ile geleneksel yapı
arasında <strong>gerilimli dinamik bir ilişkinin</strong> varlığından
söz edebiliriz. Bu dinamizm, aile sosyolojisi, toplumsal cinsiyet
rolleri, erkek ve kadın imgesi konusunda yapısal dönüşümlere yol
açmıştır. Söz konusu dönüşüm, geniş aile yapılanmaları içerisinde
eğitici otoritenin çözülmesine açmış; ve onun yerini ikame edecek yeni
bir durumun varlığı da mümkün olmamıştır. <strong>Kadına yönelik
şiddetin önlenmesi sadedinde güçlü bir toplumsal bilinç inşa edilmesi
adına formel ve informel öğrenim süreçleri etkinleştirilmelidir.</strong></span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-59219127615867617782017-10-05T03:32:00.001-07:002017-10-05T03:32:15.565-07:00 Orta Doğu siyaseti ve sözde referandum<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Irak
Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), 25 Eylül tarihinde Irak merkezî
yönetiminin karşıt tutumuna, Irak Federal Mahkemesinin anayasaya
aykırılık hükmüne ve yürütmenin durdurulmasına yönelik kararına rağmen <strong>sözde ‘bağımsızlık referandumunu’</strong> gerçekleştirmiştir.
Hukuki temelden ve siyasal meşruiyetten yoksun olan bu referandum
kararına karşı başta Türkiye, bazı bölge ülkeleri ve uluslararası
toplumun uyarılarını dikkate almayan IKBY, <strong><em>de facto</em></strong> bir durum ortaya çıkarmıştır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Irak’ın
yaklaşık 14 yıl önce (2003) başlayan işgali ile birlikte, etnik, dinî ve
mezhebî temelde ortaya çıkan büyük ayrışmalar, çatışmalar ve
neticesinde dökülen kanlar coğrafyayı daha derin bir kaosa
sürüklemiştir. Dikkat çekici bir biçimde hemen hemen aynı dönemde (2004)
kısa bir zaman aralığında örgütsel yapılanmasını tamamlayan ve büyük
bir mali kaynağa sahip olan DEAŞ terör örgütü, bu <strong>yıkıcı kaosun</strong> ürünü
olarak varlık bulmuştur. Böylece takriben 3 trilyon dolarlık bir
maliyete erişen bu işgal harekâtının beşeri maliyeti ve bedeli,
özellikle sivil yurttaşlar açısından oldukça trajik-travmatik bir tablo
doğurmuştur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Etno-dinî
temelde zihinsel parçalanmayı tetikleyecek ve sosyolojik yarılmayı
giderek derinleştirecek fay hatları ile ulus-devlet kimliği</strong> üzerinden
bu coğrafyanın yeniden tanzimi gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
Bölgenin zengin enerji kaynaklarının yanı sıra jeo-politik ve
jeo-stratejik öneminin motive ettiği <strong>çatışan küresel ilginin</strong> merkezi
olan Orta Doğu coğrafyası, bu türden hamlelerle üretilen siyasi
istikrarsızlık üzerinden kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Orta Doğu
coğrafyası, özellikle Irak ve Suriye üzerinden, tarihî, siyasi ve
sosyolojik dokusunu yapıbozumuna uğratıcı nitelikteki küresel yıkım
projelerinin vasatına dönüştürülmüştür.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Tarihsel kökenini 19. yüzyıl Avrupa’sının tarihsel dinamiklerine ve tecrübesine özgüleyebileceğimiz <strong>‘uluslaştırma’ politikası ve ulus-devlet pratiği</strong> <strong>küreselleşen emperyal rekabetin manivelasına</strong> dönüşmüştür. Bütün boyutları ile <strong>asimilasyonu ve etno-dinî arınmayı</strong> stratejik
siyaset pratiği olarak benimseyen bu politik yapılanmanın sunmuş olduğu
imkân, Kuzey Irak bölgesi üzerinden yürütülen küresel güç savaşlarının
öldürücü silahına dönüşmüştür. Bu potansiyel imkânı var eden en önemli
etmen kuşkusuz, ayrıştırarak atomize edilmiş <strong>siyasi entitelerin (devletçiklerin)</strong> inşa edilmesidir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Sözde
referandum sürecinde her ne kadar ABD ‘seçilen yolun çok riskli olduğu’
yönlü tepkisini dillendirmiş olsa da başta İsrail olmak üzere bu
imkândan yararlanma arzularını kimi zaman açıktan eylemsel olarak, kimi
zaman da örtük biçimde ortaya koymuşlardır. DEAŞ terör örgütü ile
mücadele sonrasında boşaltılan alanda bölgesel istikrarsızlığı daha da
derinleştirecek olan yeni hamlelerin geleceği açık biçimde ortadadır.
Irak’ın toprak bütünlüğünden dem vuran beyanatların ardında gizli bir
gündemin olduğu gizlenemeyecek kadar açıktır. Nitekim, uluslararası
toplumun tepkisine rağmen IKBY’nin böylesi bir hukuksuzluğu küstahça
icra edebilme cesaretinin ardında kirli stratejik hesapların olduğu
aşikârdır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">IKBY, <strong>küresel hegemonyanın bölgesel taşeronluğunu üstlenme misyonunu</strong> icra
etme iradesinin bir ürünü olan sözde referandum, Türkiye’nin ulusal
egemenliğine ve millî güvenliğine kasteden bir tehdit içermektedir.
Türkiye, millî güvenlik politikasının bir gereği olarak uluslararası
hukuktan kaynaklanan önleyici müdahaleleri ve/ya diğer önlemleri alma
noktasında iradesini net biçimde ortaya koymuştur. Bu irade, bölgenin
etnik yapısını dönüştürmeye matuf <strong>tehcir etme, etnik arındırma ve demografik tanzim politikalarına</strong> karşı tutumunu keskinleştirerek sürdürmelidir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Hukuksal ve siyasal meşruiyeti açısından bu şaibeli referandum, </strong>sürdürülmekte olan <strong>emperyal işgal harekâtının yıkıcı hamlelerinden birisini</strong> teşkil etmektedir. Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik ağır bir tehdit unsuru içeren bu <strong>ölümcül hamle</strong> her ne surette olursa olsun bertaraf edilmek durumundadır. Aksi hâlde, <strong>etno-milliyetçilik üzerinden sözde bir ‘ulus-devlet’ inşası çabası,</strong> bölgesel
istikrarsızlığı kalıcılaştıracak geri dönülmez bir parçalanmanın
kapısını aralayacaktır. Türkiye’nin ulusal birliğini hedef alan bu
girişimin içe dönük boyutları da dikkate alınmalıdır. Bu noktada
özellikle Türkiye’nin çoğulcu sosyo-etnik ve sosyo-kültürel yapısını
konsolide edecek sahici politik söylemin üretilmesi/sürdürülmesi hayati
önemi haizdir.</span></div>
<div class="article_tools clearfix" style="border-bottom: 1px #ccc solid;">
<div class="article_social_share fLeft">
05.10.2017
</div>
</div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-25511768409290210312017-09-28T06:40:00.001-07:002017-09-28T06:40:17.418-07:00Yaşadığımız çağ: ‘Eylemsizlik Gücü’<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong><em> <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
</em></strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong><em>“Yaşadığımız
çağ, esasen akıl ve tefekkür çağıdır; tutkudan yoksun, bir heyecanla
parlayıp, sonra uslu uslu tekrar istirahate çekilen bir çağ.”</em></strong><strong> (Sören Kierkegaard)</strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Zamana
kayıtlı bir varlık olarak içinde bulunduğumuz anı ve hayatımızı
sürdürdüğümüz çağı idrak edebilmenin iştiyakına sahibizdir. İçinde
yaşadığımız çağı, idrak kastı ile anlamlandırmaya çalışırız. Kimi zaman
onu, bütünlüklü bir anlam dünyası olarak tavsif edici biçimde
yorumlarız. Bu süreli ve kayıtlı maceranın akışkan mecralarını keşfe
çıkarız. Kimi zaman keşfettikçe küçülen anlam dünyalarının içinde
kayboluruz. Bazen içinde yaşadığımız ana ve zamana aidiyetimizi
unuturuz. Yaşadığımız çağa ruhunu veren ayartıcı uyaranların esir aldığı
yaşam teknolojisine esir oluruz. Aşktan ve tutkudan yoksunlaştıran ve
her geçen gün giderek çoraklaştıran çağ zindanına hapsoluruz. Kimi zaman
beşerî evrenimizi ağır bir yıkıma uğratan çağ yangınında yok oluruz.
Böylece yaşadığımız çağ, bir <strong>esaret çağına</strong> dönüşür.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Esaret çağı, <strong>‘idealleri uğruna mücadeleye girişen çocukların değil, erken gelişmiş çocukların çağıdır’.</strong> Çağ
teknolojilerinin tahakkümü altında sinikleşen, sünepeleşen ve cesareti
kırılan kuşakların çağıdır. Dinlemeye, düşünmeye ve eylemeye cesaretin
kırılganlaştığı çağdır. Bu çağ, şeklin muhtevaya; lafzın manaya ve
usulün esasa egemen olduğu bir çağdır. Bu çağ, görselliğin sözselliğe ve
imajın muhtevaya galebe çaldığı bir çağdır. Bu çağ, bütün beşerî
çabasını amacın tahsiline değil, ölçüsüzce ve kuralsızca neticenin elde
edilmesine teksif edenlerin çağıdır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Yaşadığımız
çağ, izan ve vicdanın değil, pervasızca peşi sıra gidilen çıkarların
çağıdır. Eğlemeyi eylemeye yeğ tutanların çağıdır. Bu çağ, fikre
dönüşmeyen kanıların çağıdır. Bu çağ, eyleme dönüşmeyen yargıların
çağıdır. <strong>‘Dinlemeden anlayan, anlamadan eyleyenlerin’</strong> çağıdır.
Bu çağ, sahici duygulara dönüşemeyen duygulanımlar çağıdır. Sönümlenen
ve pörsümeye yüz tutan duyguların çağıdır. Bu çağ, vasatlığa ve
sathîliğe mahkûm olan icraların çağıdır. Bu çağ, aşk ile meşk etmekten
yoksunlaşmanın çağıdır. Özenden ve iştiyaktan yoksun eylemlerin çağıdır.
Kötürümleşen hasletlerin ve körelen yetilerin çağıdır. Bu çağ,
toplumsal bünyenin <strong>‘eylemsizlik gücü’ (<em>vis inertiae</em>)</strong> ile felce uğradığı bir çağdır. Geçici heveslerin ve bir anda parlayıp sonra sönümlenen heyecanların çağıdır. <strong>‘Katı olan her şeyin buharlaştığı’</strong>; değer yoksunluğundan ötürü çoraklaştığı bir çağdır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bu çağ, kendini bilmenin faziletiyle değil, gayrına ket vurmanın rezîletiyle yükselenlerin çağıdır. <strong>‘Varlığını bilinmezlik toprağına gömerek’</strong> yücelmenin değil, şişinerek ve olduğundan fazla görünerek yükselmenin çağıdır. Bu çağ, ‘<em>kem âlât ile kemâlât</em>’
mertebesine ermişliğin vehminde olanların çağıdır. Bu çağ, bütün
çabanın ruh ve dimağın inceltilmesine değil; maddîliğin, bedenîliğin ve
cismaniyetin yüceltilmesine hasredildiği bir çağdır. Kendinde değer/li
olanın değil, maddi anlamda katma değere sahip olanın çağıdır. Bütün
katmanlarıyla varlık ile arasında ontolojik mensubiyet kurmanın değil;
pragmaya teslimiyetin yeğlendiği bir çağdır. Marazi gerilimlerden ve
çatışmalardan beslenenlerin; harislikle doyumsuzlaşanların çağıdır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Yaşadığımız
çağın anaforunda yaşam mücadelesi veren benliklerimizi ancak değer
dünyamıza tutunma çağrısı ile ayakta tutabiliriz. Bütün
hoyratlıklarımıza rağmen acziyetimizi seslendirerek diri kalabiliriz.
Arzularımızın ve enaniyetimizin tümden boyunduruğuna teslim olmayarak
insan kalabiliriz. İncelikli bir dil, zengin bir söz ve engin bir gönül
ile ayakta durabiliriz. Dünya coğrafyasını kana bulayan sömürge düzenini
telin ederek inancımızı tazeleyebiliriz. Mazlumu gözeterek gönül
yurdunda esenlikle kalabiliriz. Semirdikçe kabaran egolarımızı teskin ve
terbiye ettikçe insanca yaşayabiliriz. Benliğimizle üstünlük kurmanın
değil, üstün değerlere bende olmanın şevki ile kıymetlenebiliriz.
Nobranlıkla değil zarafetle bir gönül iklimi kurabiliriz.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Heyhat!</strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Ancak kendimizi, yani haddimizi ve sınırlılıklarımızı bildikçe yükselebiliriz!</strong></span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-78977784919740567142017-09-21T01:53:00.002-07:002017-09-21T01:53:51.509-07:00Millî eğitim meselesi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Yeni
eğitim-öğretim yılı, okul öncesi eğitimden orta öğretime, yenilenen
müfredat programından sınav sistemine varıncaya kadar Türkiye’nin eğitim
meselesine dair birçok tartışmanın eşliğinde başladı. Bu tartışmalar
sürerken, henüz üzerinde çalışılan yeni bir sistemi hayata geçirmek
adına, Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş </span><strong style="font-size: 14px;">(TEOG)</strong><span style="font-size: 14px;"> sınavının
kaldırıldığı Millî Eğitim Bakanınca kamuoyuna duyuruldu. Böylece bir
türlü sistemsel istikrarı yakalayamadığımız sınav sistemi
uygulamalarından birisi daha sonlandırıldı.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Millî
eğitim alanında sürdürülebilir politikaların belirlenmesi ve rasyonel
uygulamaların üretilebilmesi noktasında temel bir sorunla karşı
karşıyayız. Bu sorun, eğitim-öğretim sistemimizin zihniyet çatışmaları
ve ideolojik koşullanmışlıklarla muallel hâle gelen sancılı modernleşme
serüvenimizin <strong>merkez çatışma alanı</strong> olarak
algılanmasıdır. Böylesi bir gerilim zemininde yapılandırılan ve
istikrarsız uygulama modelleri üreten eğitim sistemimiz, <strong>‘millî bir mesele’ </strong>olarak
her dönemde ülke kamuoyunda yakıcı etkisini sürdürmüştür. Bu durum,
reform adı altında, kimi zaman yüzeysel ve günübirlik çözümlere; kimi
zaman da irrasyonel popülist uygulamalara yol açmıştır. Köklü bir eğitim
tarihine ve müktesebatına sahip olmakla birlikte, söz konusu
bagajlarımız sistemsel reformları gerçekleştirebilecek <strong>ortak bir aklın</strong> ve <strong>sistematik bir uygulamanın</strong> üretilmesini imkânsızlaştırmıştır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Hâlbuki bir bütün olarak yapılacak olan <strong>sistem reformunun nesnel dinamikleri</strong>,
tayin edici biçimde verilidir. Bunlar, içinde bulunduğumuz bilgi
çağının sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve toplumsal dinamikleri; formel
öğrenim süreçlerinin öznesi olan çağ kuşağının karakteristik özellikleri
ile bir milletin varoluşsal kimliğini oluşturan temel değerleridir.
Ancak sistem restorasyonuna dair tartışmaların ve önerilen
modellemelerin bu gerçekliğe referansla üretildiğini söylemek oldukça
güç görünmektedir. Doğal olarak bu gerilim hatları üzerine
yapılandırılmış olan eğitim politikalarımız ve uygulamalarımız <strong>sürdürülebilir bir kalite ve istikrar üretememiştir.</strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Türkiye,</strong> son
15 yıldır yükselen bir grafikle millî eğitime ayırdığı bütçe payını
artırmak suretiyle meselenin mali boyutu açısından gerekli olan
altyapısal adımı atmıştır. Öyle ki, 2008-2013 yılları arasında
Türkiye’nin ilk, orta ve lise öğretimine yaptığı harcamalarda %63
oranında artış görülmüştür. Ayrılan bütçe payının rasyonel ve etkin
biçimde yönetilebilmesi de büyük önem arz etmektedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">OECD’nin 2016 verilerine dayalı olarak hazırladığı <strong>‘Eğitime Bakış’ </strong>raporunda
yer verdiği verilere atıfla bir noktaya daha değinebiliriz. Bu verilere
göre, Türkiye’de devlet eğitim kurumları ile özel eğitim kurumları
arasında ciddi bir kalite farkı olduğu görülmektedir. Öğrenci başına
düşen öğretmen sayısı ve sınıf mevcutları açısından değerlendirildiğinde
bu <strong>kalitatif fark</strong> bariz biçimde ortaya çıkmaktadır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Millî eğitim meselesini, sınav sistemlerine indirgememiz mümkün değildir.</strong> Ancak, örgün öğretim programlarına kayıtlı yaklaşık 18 milyon öğrencimizin öğrenim kademeleri arasındaki geçiş sisteminin <strong>fırsat ve imkân eşitliğini</strong> temin
edici bir mekanizma üretmesi gerekmektedir. Getirilecek olan sınav
sistemi adalet duygusunu zedelememelidir. Ekonomik yoksunluklar,
imkânsızlıklar ve bölgesel farklılıklardan ötürü <strong>eğitim hakkının kullanımını engelleyecek ve fırsat eşitsizliğine yol açacak</strong> bir
uygulamaya yol açmamalıdır. Sıralama sınavını gerekli kılacak
nitelikteki okullara (Fen Liseleri gibi) giriş sınavlarında özellikle bu
durum dikkatle gözetilmelidir. Çoğunlukla özel okulların farklı
saiklerle <strong>ölçme-değerlendirme noktasında nesnellikten uzak kayırmacılıkları,</strong> belirlenecek olan yeni sistem açısından dikkate alınmalıdır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Sonuç olarak,</strong> getirilecek olan ortaöğretime geçiş sistemi, hem bireysel hem de kurumsal anlamda <strong>fırsat ve imkân eşitliği ilkesini</strong> zedeleyici etik dışı tasarruflara kapıları kapatacak bir modelleme olmalıdır. Öngörülecek sistem, <strong>mesleki eğitimi teşvik etmek suretiyle</strong> akademik
eğitim talebiyle üniversite kapılarında ortaya çıkan yığılmaları
önleyici bir yapı üretmelidir. Devlet eğitim kurumları ile özel eğitim
kurumları arasındaki kalitatif farkın ortadan kaldırılmasına dönük
adımlar atılmalıdır. <strong>Özel okullara teşvikten öte</strong>, devlet okulları niceliksel ve niteliksel anlamda takviye edilmelidir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Millî
eğitim, istikbalimiz olan çocuklarımızın zihinsel yetkinliğinin yanı
sıra duygusal ve davranışsal olgunluğunu temin açısından da stratejik
önemi haiz millî bir meseledir.</strong></span></div>
<span style="font-size: 14px;"><strong>21.09.2017</strong></span>Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-91480412001543248652017-09-14T05:58:00.000-07:002017-09-14T05:58:02.435-07:00Maraz-ı Hafî: Gönül Yetmezliği<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"> <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Çağ insanına musallat olan gizli marazlardan <em>(<strong>maraz-ı hafî</strong>)</em> birisi de <strong>‘gönül yetmezliğidir.’</strong> Bu, <strong>güvensizliği ve gönülsüzlüğü mutlaklaştıran</strong> modern
uygarlığın ürettiği bir marazdır. Çözülen benlikler, onulmaz bir gönül
yetmezliği marazına düçar olmuştur. Modern insanın derin anlam yitimine
tutsaklığı ve bilinç-duygu durumu açısından bastırılmışlığı, onu gönül
fukaralığının sefaletine gark ediyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Hakikate
olan yönelişimizi sistematik biçimde anlamsızlaştıran ve/ya
değersizleştiren uygar dünya her geçen gün gönül dünyamızı
sığlaştırıyor. Gönül dünyamız sığlaştıkça da fiziki yurdumuz ve
metafizik evrenimiz daralıyor. Her şey üstümüze üstümüze geliyor. Ufunet
basıyor; ruhumuz daralıyor ve huzursuzlanıyoruz. Çarpıtılmış imgelerin
istilasına uğrayan zihinlerimiz sığınaksızlaşıyor. Bir idrak, duyuş ve
kavrayış olarak gönüllerimiz, modern uygarlığın zihinlerimizi esir alan
içkin iktidarının pençesinde kıvranıyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Biteviye
ızdırap verici bir harâbât hâli sarıyor ruhumuzu ve bedenimizi; ve
hatta bütün toplumsal bünyemizi. Giderek daha da nobranlaşan,
hırçınlaşan ve hunharlaşan insanoğlunun var ettiği tekinsiz bir dünyada
yaşıyoruz. Her geçen gün daha da sömürgenleşen; sömürgenleştikçe semiren
doyumsuz bir varlığa dönüşüyoruz. Ve insan insanın ve insan doğanın
sonu olma yolunda hızla mesafe katediyor. Gayrına olduğu kadar kimi
zaman kendine de <strong>erdemlice yaşamı esirgiyor.</strong> Başkasıyla
olan ilişkisini, mübadele yasası üzerine kuruyor. O yüzdendir ki her
geçen gün insani ilişkiler kısırlaşıyor; yoksullaşıyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Gözetilen
çıkarlar, incelikli hesaplar, öngörülen beklentiler ve umulan
yararlılıklar üzerinden dostluklar ya da ahbaplıklar kuruluyor.
Ruhlarımız ötekinin kusurları üzerinde barbarca tepinmenin coşkusuyla
tutuşuyor. Tiksindiren pazarlıklar üzerinden derin hesaplar güdülüyor.
İkbal kaygısı ile gönençli bir istikbal adına sınırlar aşılıyor. Bu
yolda mani olarak görülen bütün engeller, ahlakilik kaygısı güdülmeden
fütursuzca kaldırılıyor. Kemirgen bir haset duygusunun kararttığı
vicdanlar, husumetle başkasına gadretmeyi meşrulaştırıyor. Basamakları
külfetsizce ve hatta emeksizce aşmak bir davranış ilkesine dönüşüyor.
Bencil çıkarların tatmini, <strong>keyfiyetsizce iş tutmanın</strong> gerekçesine dönüşüyor. Bir gösteriş ögesine indirgenen erdemler, <strong>mezatlık bir metaya</strong> tahvil ediliyor. Ezcümle insan,<strong> ‘hüsrana’ </strong>doğru
sürükleniyor. İnsan, kendisine istikamet ve yörünge tayin eden
cevherini yitiriyor. Hiç kuşkusuz o cevher, gönül cevheridir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><strong>Gönül,</strong> medeniyet
coğrafyamızda cisimleşen insaniliğin döl yatağı ve esin kaynağı olan
yüksek hissiyatın adıdır. Bu yüksek hissiyatın/değerlerin banisi olan
medeniyetimiz bizatihi <strong>‘gönül medeniyetidir.’</strong> Gönül,
medeniyet birikimimizin metafiziksel özüdür. Gönül; tekil anlamda bir
şahsiyet inşasında insan olmanın kıvamını ifade eden bir cevherdir.
İnsaniyet ve cemiyet inşasında ahengi, altın oranı ve/ya yetkinliğin
ölçüsünü ifade eder. Tinsel takati tükenen, nefesi kesilen ve mecali
kalmayan ruhlarımızı soluklandıran bir manevi enerjidir. Gönül,
öğrenilmiş bilgiyi bilince dönüştüren bir idrak; edinilmiş tecrübeyi
töreye dönüştüren bir manevi varlık; ve ruhu incelten bir hissiyattır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><strong>Gönül, mürşittir.</strong> Aklı,
dimağı ve ruhu irşat eder. Aşırılıklarını ve taşkınlıklarını
törpüleyerek onlara kılavuzluk eder. Gönül, bir hissiyat dergâhıdır.
Kıvanca ve gönence olduğu kadar hüzne ve kedere de fasılasız biçimde
yaşam kapısını açık tutar. Gönül, bir idrak ve kavrayış istikametidir.
Gündelik yaşamın gerekleri ve günübirlikçi ruhların gezer yüzer
iştahları altında ezilerek yitip gidenlere yön tayin edicidir.
İstikametini kaybeden aklı, sezgisel bir duyarlılıkla doğru yola sevk
eder.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><strong>Gönül, cesaret ve merhamettir.</strong> Hakikati
setretmeye ve vicdanları mahkûm etmeye tevessül eden zorba suretlerin
boyunduruğuna hiçbir surette girmeyen bir cesaret menbaıdır. Her daim
merhameti telkin eden bir sîret düsturudur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Nitekim Hazreti Mevlana der ki: <strong><em>“Gönül kimin elinden tutarsa, o kimse kirli arzuların çamuruna düşmez.”</em></strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<div class="article-date">
10.08.2017</div>
<span style="font-size: 16px;"><strong><em> </em></strong></span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-14422402164169327922017-09-07T06:04:00.005-07:002017-09-07T06:04:52.490-07:00Küresel Şizofreni: Arakan Soykırımı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"> </span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bugün
kurulu dünya düzeninin küresel baronlarının gözleri önünde sergilenen
ağır bir insanlık vahşeti ile karşı karşıyayız. Dehşetengiz bir şiddet
ve zulüm düzenine; binlerce masum insanı katleden ölüm tarlalarına;
gaddarca gerçekleşen etnik ve dinsel temizliğe tanıklık etmekteyiz.
Modern küresel uygarlığımızın temel insan haklarına ilişkin üretmiş
olduğu yaldızlı kavramların hegemonyasını yerle bir eden ağır bir
vahşetle karşı karşıyayız. İnsan onurunu hedef alan bu yıkıcı vahşet,
Myanmar’ın güney batısındaki Arakan eyaletinde yaşayan </span><strong style="font-size: 14px;">Rohingyalı Müslüman topluluğa</strong><span style="font-size: 14px;"> yönelmiştir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Myanmar ordusu tarafından bu topluluğu hedef alan etnik temizlik <strong>(<em>ethnic cleasing</em>)</strong>,
öncelikle bölge insanının vatandaşlık haklarından yoksun bırakılarak
yurtsuzlaştırılması ve sürgün edilmeleri ile başlamıştır. Birleşmiş
Milletler ve yanı sıra birçok sivil toplum örgütü tarafından bu halklara
yönelen devlet şiddeti ve hak ihlallerinin tescil edilmesine rağmen, ne
vahimdir ki uluslararası camia bu konuda duyarsızlığını ve
eylemsizliğini sürdürüyor. Takriben son beş yıldır, yüzlerce masum
insanın hunharca katledilmesine ve 90 bin civarında Rohingyalı
Müslümanın yurtlarından sürülmesine rağmen bu duyarsızlık sürgit devam
etmektedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Küresel
sömürgeci güçler tarafından insanlık onurunu hiçe sayarak mütemadiyen
göçe zorlanan bölge Müslümanları, maduniyete mahkûm edilmiştir. Bu
trajik vahşet karşısında bîgâneliğini sürdüren, komşu ülke Bangladeş’in
de <strong>dışlayıcı mülteci politikasıyla</strong> bu vahşet daha da
ağırlaşmıştır. Eylül 1992’den bu yana Bangladeş’in, ülkesine sığınan
bölge Müslümanlarını zorla geri gönderme süreci de ağır insan hakları
ihlalleri doğurmuştur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Uygarlığın bütün kırılgan değerleri, bölgede devam etmekte olan <strong>ağır bir tedhiş harekâtı</strong> ile
dinamitlenmiştir. Bu tedhişin ağır bilançosu şöyledir: Canavarca
hislerle katledilen masum insanlar; insanlık dışı ağır işkencelere maruz
kalan siviller; taciz ve tecavüze uğrayan kadınlar; ölüme mahkûm edilen
çocuklar; etnik ve dinsel temizliğe maruz bırakılan topluluklar; ve
tehcir edilen yaşamlar. Bütün bu vahşetin veya soykırımın baş sorumlusu
olan Myanmar devlet başkanının Nobel barış ödülüne layık görülmüş
olması; ve küresel düzenin barış ve hoşgörü dini olarak akredite ettiği
Budizm’in egemen olduğu bir ülkede gerçekleşmesi bu trajediyi daha da
ağırlaştırmaktadır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Yurtsuzluğa
mahkûm edilen mazlum Arakan halkına yönelen bu vahşice hunharlığa
behemehâl son vermek adına uluslararası camia harekete geçmelidir. Bu
küresel cinayete/vahşete son vermek adına uluslararası hukukun öngördüğü
yaptırımların uygulanarak bu insani krizin sonlandırılması öncelikle
Birleşmiş Milletlerin kurumsal sorumluluğu altındadır. Böylesi trajik
insani krizlerin çözümü noktasında BM’den kuruluş misyonuna ve normatif
değerlerine uygun düşecek şekilde esaslı bir girişimsellik
beklenmektedir. Müslüman topluluğa karşı yürütülen bu yok sayma
politikasının sonlandırılarak bir vatandaşlık hukuku tesis edilmesi
noktasında sonuç alıcı adımlar atılmalıdır. Bangladeş’e sığınan
mültecilerin durumunun iyileştirilmesi adına uluslararası insani yardım
örgütlerinin etkin biçimde yardımlarını sürdürebilmelerinin önündeki
engeller kaldırılmalıdır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Modern tarihi kirleten ağır insani trajediler karşısında ortaya konan bu duyarsızlık, <strong>küresel şizofrenik</strong> bir hâl almıştır. Bu şizofreni, insanlığın kurucu değerlere olan inancını tüketen bir <strong>akıl yıkımına</strong> yol açmıştır. Kuşkusuz bu <strong>şizofrenik hâlin sağaltımı, küresel ahlaki duruşun tahkim edilmesi</strong> ile mümkün olacaktır. Ancak böylelikle esenliğin egemen olduğu bir dünyanın kapısı aralanabilir. <strong>Emperyal küresel güçlerin maslahatgüzarlığı misyonu ile hareket eden uluslararası camia veya örgütlerin,</strong> bu insani krizler karşısında küresel bir vicdan inşa etmeleri imkânsızdır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Öte yandan Türkiye,</strong> içinde
bulunduğumuz yüzyılın ağır insani yükünü omuzlama noktasında
kamusal-vicdani duyarlılığını her fırsatta sahici biçimde dile
getirmiştir. Türkiye, modern dünyanın gözleri önünde gerçekleşen insani
trajediler karşısında etnik, dinî ve coğrafi herhangi bir bagajı
olmaksızın hakikatin ve vicdanın sesi olma çabasıyla hemen harekete
geçen <strong>tek ülke</strong> olmuştur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Türkiye,
‘dünyanın beşten büyük’, ve fakat ‘bitimsizce zulmeti egemen
kılamayacak kadar küçük’ olduğunu idrakle kürenin vicdanına seslenen
devlet olmayı ilelebet sürdürecektir.</strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>07.09.2017</strong></span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-6412617373024171552017-09-07T01:14:00.000-07:002017-09-07T01:14:07.043-07:00Şehir ve Kentleşme<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"> </span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Şehir, toplumsal olanın inşasında varoluşsal bir imkândır. Şehir, bânisi ile birlikte eş-zamanlıca yapılanan bir <strong>‘ulu şâr’dır’</strong>. Şehir, uygarlıkları anıtsallaştıran zamansal bir inşadır. Anıtsallaşan şehirlerin fikri temelinde <strong>tarihsel bir bellek, ince bir zevk ve özenli bir akıl</strong> vardır.
Şehir, tarihin bir izleğidir. Şehir, tarihin aynasında cisimleşen bir
surettir. Bu suret, tarihin derununda kök salan medeniyet havzalarında
biçimlenir; çünkü şehir ‘medîne’dir. Şehir, medeniyeti var eden bir
yaşam kozasıdır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Şehir,</strong> <strong>mekânsal bir düzlemdir; iç bütünlüğü ve özgünlüğü ile anlamlandırılmış bir uzamdır.</strong> Şehir,
mekâna tutunabilmenin imkânını tarih ve coğrafya üzerinden
anlamlandırır. Şehir, toplumsalın inşasıdır. Şehir, sosyo-kültürel,
entelektüel, siyasal ve sosyo-ekonomik imkân ve mübadelenin toplumsal
bağlamıdır. Şehir, zamansal ardışıklığı içinde toplumun kolektif
hafızasıdır. Şehir, deveran eden tarihselliklerin <strong>icra meydanıdır.</strong></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Şehir, yaşamın gayesi olarak <strong>‘mutluluğu (<em>eudaimonia</em>)’</strong> mümkün kılacak kamusal mekândır. Nitekim büyük filozof ve şehir teorisyeni Fârâbî, <em>Medînetü’l-Fâzıla</em> adlı eserinde şehri, <strong>“<em>mutlulukların gerçekleştiği en küçük toplumsal yapı</em>”</strong> olarak
tarif etmektedir. Ona göre şehir, insanın tek başına karşılayamayacağı
ihtiyaçlarını dayanışma, yardımlaşma ve iş bölümü ile giderme amacına
matuf bir yaşam alanıdır. Şehir; sanat ve estetik gibi değerlerin
gelişim mekânıdır. İbn-i Haldun’a göre şehirleşme, bilim ve sanatın
gelişimi ve refahın artması kadar zevk-i selîmin gelişmesi ile de
irtibatlıdır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Antik dönemden itibaren şehir/ler (<em>civitas</em>),
bir takım değer ilkeleri ve normları üzerinden yapılanarak özgün
karakteristiklere sahip olmuştur. Şehirler, dönüşen ekonomik ve siyasal
düşünceler ile ilişkili olan felsefi yaklaşımların yön tayin ediciliği
doğrultusunda kimliksel dönüşümler yaşamıştır. Kıtalar ve bölgeler arası
büyük göç akımlarının ortaya çıkardığı hareketlilikler, radikal olarak
birbirinden farklı sosyo-ekolojik durumlara yol açmıştır. Yerleşik şehir
imgelerini bozan bu durumların yönetilememesi, kent dolayımı üzerinden <strong>insan ile mekân arasında ölümcül bir mesafenin</strong> ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Modernleşme sürecinde bu ölümcül mesafe, <strong>kesif bir yığınlaşma içerisinde yayılım gösteren yalnızlaşma ve yabancılaşma</strong> biçiminde tezahür etmiştir. Hâlbuki, belirli bir değerler manzumesi ile örülmüş olan <strong>içkin şehir metafiziği,</strong> bu habis yozlaşmanın panzehri niteliğindedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Ne yazık ki değer yoksunu kentleşme tecrübemiz,<strong> tevarüs ettiğimiz kadim şehir</strong> kültürümüzü
yok etmiştir. Ancak kentleşme sürecini neredeyse yarım yüzyıla
sığdırmış; ve büyüyen nüfus dinamiğinin ortaya çıkardığı konut
ihtiyacını karşılama konusunda uzun yıllar yetersizlik yaşayan bir ülke
olarak Türkiye’nin kentleşme sorunlarıyla yüzleşmesinin olağan
karşılanması gerektiği düşünülebilir. Bütün bunlara göç, gecekondulaşma,
altyapı yetersizliği, ulaşım ve barınma gibi olanakların kısıtlılığı ve
doğal afetler gibi sorunlar da eklenebilir. Kentleşme olgusunun sözünü
ettiğimiz bütün bu sorunları karşısında bir çözüm olarak uygulanan toplu
konut üretimi ve kentsel dönüşümün ortaya çıkardığı veya çıkarma
potansiyeli olan yeni sorunlarla karşı karşıyayız. İnsanın en temel
ihtiyacı olan barınma gereksinimini karşılama adına üretilen çözümlerin <strong>çevre sorunları ve kentsel ayrışma</strong> gibi yeni sıkıntılar doğurmaması adına gereken özen gösterilmelidir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Sonuç olarak</strong>, estetik bir değer ve anıtsallaşan bir medeniyet terekesi olarak <strong>şehir mefkuresini</strong> zihin
dünyamızda yeniden kurmalıyız. Bunun için öncelikle, ‘modern kentlerin’
ironik biçimde yapılaşma yoluyla var ettiği yıkıcılıktan kurtulmalıyız.
Markalaşma adı altında kentlere giydirilmeye çalışılan <strong>yapay etiketçi</strong> zihin dünyasından sıyrılmalıyız. Şehir, insanın <strong>mamurluğunu</strong> gaye
edinen ve yine insanın imar edici yetisi (mimari) ile imar edilen
mekânlardır. Modern kültür endüstrisinin imgesel bombardımanı altında
semiren ruhsuz kentleşme paranoyasından kurtulmalıyız. <strong>Mekânı vüsatle inşa etmek yerine, darlık ve kasvetle yapılandıran rantçı yapı stokçuluğuna son vermeliyiz.</strong> Mutsuzluğa
yargılı yaşamlar üreten kentlerden ruhumuzu fetheden ve hayatı
şölenleştiren şehirler imar edebilmek bu zihniyet dönüşümü ile mümkün
olacaktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong><em>Millet olarak dirlik, birlik ve esenliğimizin daim olması dileğiyle Kurban Bayramı’mızı tebrik ediyorum...</em></strong></span></div>
<span style="font-size: 14px;"><strong><em>31.08.2017</em></strong></span>Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-66991143841284035202017-08-24T03:28:00.003-07:002017-08-24T03:28:47.310-07:00Terör: ‘Kirli Eller’-Kirli Emeller<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"> <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s1600/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="333" data-original-width="625" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMXZexl9tmHCcDt4BXr6w4aBxevf63tt6tjeYPPqrio4pIJomZrMTkl8vsoGUJS-5cRFjdOsXFgKb7YBU0TEEupY28Xjo2j_19zOkO3ieImP5ycjiktyAJ9fG-w7ZvVhc5so7FqWBkKPI/s320/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi.jpg" width="320" /></a></div>
</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Global
dünya düzeni, giderek karmaşıklaşan sosyo-ekonomik ilişkiler ağı,
dönüşen paradigmalar ve değişen güç dengelerinin çatışmacı gerilimlerine
tanık oluyor. Kendilerini <strong>küresel düzenin sözde efendisi</strong> olarak gören güç merkezleri, bütün araçları meşrulaştırmak suretiyle pozisyonlarını tahkim etme mücadelesi veriyor. <strong>‘Gücün hak olduğu’</strong> fikrine
dayanan bu kirli mücadele, çoğu zaman yerli iş birlikçileri
aracılığıyla yürütülüyor. Bu kirli mücadele, küresel siyaseti, ahlaktan,
değerden ve hukuktan bağışık hâle getirmiştir. Amaçları ve sonuçları
açısından etik bir kaygı gözetmeyen bu küresel politik düzenin yıkıcı
etkisi kendisini, daha çok ilgili küresel aktörlerin ulusal-siyasal
bünyeleri açısından bir tehdit olarak gösterecektir. Zira global dünya,
bütün <strong>sosyolojik sterilizasyon ve düşmanlaştırma politikalarına</strong> <strong>rağmen çeşitliliğin</strong> egemen olduğu bir politik evrendir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Amaçları itibarıyla <strong>kötücül</strong> ve sonuçları açısından <strong>tahripkâr</strong> çatışmalar üzerinden semirtilen bu <strong>kaotik küresel sistemin</strong> kendisini meşrulaştırmak adına başvurduğu en önemli aygıt <strong>terördür.</strong> Terör
eylemleri, küresel efendilerin kötücül amaçlarına daha etkin biçimde
hizmet edebilmek adına daha sistematik biçimde ve oldukça sofistike
araçlarla üretilen bir endüstriye dönüşmüştür. Sartre’ın <strong>‘kirli eller’</strong> metaforu üzerinden söyleyecek olursak, <strong>küresel kirli emeller</strong> <strong>vekalet verilen kirli eller</strong> aracılığıyla hayata geçirilmeye çalışılıyor. Ancak küresel düzenin içine sürüklendiği bu <strong>anafor,</strong> başta bunun küresel <strong>politik faillerini</strong> de içine alacak biçimde büyüyor. Ne kadar güçlü aygıtlar ve düzenekler üzerine kurulu olursa olsun, <strong>toplumsal iyiyi imleyen ve politik bedenlenmeyi</strong> mümkün kılan <strong>kurucu değerler</strong> yıkıma uğrarsa sistemlerin çökmesi mukadderdir. O yüzden <strong>küresel politik oportünizmin yıkıcılığı</strong> karşısında,
bu pragma düzeninin taşıyıcısı ve kirli eli olan terörün bütün
unsurları ile telin ve mahkûm edilmesine dönük çağrımızı yükseltmemiz
icap ediyor. Siyasal alanı çökerten ve politik aklı tümüyle
işlevsizleştiren terörü üreten, besleyen ve taşeronluğunu yürütenlerin
bütünüyle tasfiyesini mümkün kılacak <strong>küresel politik duyarlılığa</strong> ihtiyacımız bulunuyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Türkiye, yıkıcı küresel düzenin <strong>kirli emelleri için güç savaşı yürüttüğü coğrafyanın siyasi ve fiziki merkezinde</strong> yer
almaktadır. Son yıllarda bu küresel düzene karşı sedasını yükselten
Türkiye, uluslararası düzeyde bazı ülke istihbaratlarının da suç
ortaklığı olan PKK, FETÖ ve DEAŞ terör örgütleri ile mücadele ediyor.
Türkiye’yi <strong>küresel terör anaforunda boğmaya çalışan terör endüstrisi,</strong> birden çok aktör ve aygıt üzerinden işini yürütüyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Türkiye’nin, bu kompleks sürece karşı mücadele stratejisini çok boyutlu ve proaktif biçimde sürdürmesi icap ediyor. Zira <strong>terörün heryerdeliği ve irrasyonel niteliği,</strong> mücadelenin
tek başına askerî boyuta indirgenmesini imkânsızlaştırıyor. Bu noktada,
siyasiler, sivil ve askerî bürokratlar, üniversiteler, sivil toplum
örgütleri ve düşünce kuruluşları bu mücadelede etkin rol almak
durumundadır. Özellikle üniversitelerimizin kurumsal telin beyanlarının
ötesinde, bu yıkıcı meselenin tüm boyutlarını araştırma konusu yapması
gerekiyor.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Algının olguyu ve sahteciliğin gerçekliği esir aldığı bir dünyada yaşıyoruz. </strong>Bu
dünya, medyanın oldukça sofistike dolaşım imkânları üzerinden
kurgulanan bir dünyadır. O nedenle bu mücadele sürecinin aktörlerinin
yetkinliği kadar, yürütülecek olan siyasal strateji de büyük önem arz
ediyor. Bu noktada özellikle, dış politik vizyonun uygulama aygıtı olan
kamu diplomasisinin yetkin aktörler ile etkin biçimde yürütülmesi
elzemdir. Zira küresel iş birliğini temine dönük etkin müzakereci
diplomasi, ülkeler arasında politik, ekonomik ve kültürel bağların
güçlendirilmesi kadar bir denge-denetleme mekanizması da sağlayacaktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Sonuç olarak,</strong> <strong>asimetrik küresel bir tehdit olan terör,</strong> bütünlüklü
bir mücadele eylem stratejisini gerekli kılmaktadır. Küreselleşme
sürecinin mevcut dinamiklerini doğru bir şekilde okuyabilen bir mücadele
yürütülmelidir. Soğuk savaş döneminin güvenlik paradigmasına ve
müttefiklik doktrinine bağlı kalan anakronik ve arkaik okumalar
üzerinden değil. Bu noktada, hem <strong>stratejik akıl üretecek</strong> ve hem de <strong>kamu diplomasisinde etkin rol alacak</strong> uluslararası düzeyde yetkin <strong>düşünce kuruluşlarına</strong> ihtiyaç duyulmaktadır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">24.08.2017 </span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-54078300584967094782017-06-22T06:58:00.003-07:002017-06-22T06:58:25.858-07:00Sünepelik: Çağın beşerî marazı<div style="font-size: 17.3333px;">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: 16px;"><a href="http://www.muharremkilic.com/image/cache/catalog/makale/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi-1000x532.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="426" data-original-width="800" height="170" src="https://www.muharremkilic.com/image/cache/catalog/makale/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi-1000x532.jpg" width="320" /></a></span></div>
<span style="font-size: 16px;">
</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Modern
çağ, maddeye mahkûm etmek ve manaya yabancılaştırmak suretiyle insanı,
ölümcül duyarsızlıklara ve onarılması güç çaresizliklere doğru
sürüklemiştir. Değer dünyasını, bizatihi insan aklının var ettiği kimi
yıkıcı ikilemler üzerinden iğdiş etmiştir. Anlam ve değer dünyası ile
yabancılaşma yaşayan modern insan; meta söylemlerin, saplantılı
aidiyetlerin ve üstenci ideolojik örüntülerin ortaya çıkardığı anaforda <b>yönsüzlüğe</b> mahkûm olmuştur. Kendi eliyle biçimlendirdiği çağın derin çöküntüsü karşısında çaresizlik girdabına düşmüştür. <b>Bu çağ çöküntüsü,</b> bütünlüklü olarak akıl ve duygu kapasitesine istimdat ederek idrak edebilme keyfiyetimizi büyük ölçüde zaafa uğratmıştır. <b>Total toplumsal güvensizlik durumu,</b> kaçınılmaz olarak kolektif ruhsal çöküntülere yol vermiştir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Aklı yüceltirken duyguyu körelten; bedeni yaşatırken ruhu öldüren; imajı kutsarken fikri güdükleştiren bu <b>çağ çöküntüsü</b>; <b>sünepelik ve/ya sünepeleşme</b> olarak tesmiye edebileceğimiz <b>bünyesel beşeri bir maraz</b> doğurmuştur. Derin bir ruhsal maraz olan sünepelik, ruhu ve dimağı esir alan içkin bir cebânet (korkaklık) duygusudur. <b><i>‘Düşünmeye, söylemeye ve erdemlice eylemeye cesaret edememe’</i></b> durumudur. <b><i>‘Kişinin kendini bilememesi’</i></b> hâlidir. Bu duygu-durumun esaretine mahkûmiyetle insan teki, benlik, kişilik ve kimlik maduniyetine maruz kalmaktadır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Sünepelik;</b> <b>‘<i>ölüme doğru varlık</i>’</b> olarak
insanın kendisini bedenîliğin hükümranlığına teslim etmesidir.
Sünepelik; muhafaza ve ihya edilmesi gereken bütün varoluşsal değerleri
talan etme cüretkârlığını göstermektir. Sünepelik; vicdan, ahlak,
gelenek ve hukuk dışılığı himayekârlıkla muhafaza edebilme bedbahtlığını
sergilemektir. Sünepelik; suretin aslına, dalâletin hakikate, kötünün
iyiye, yanlışın doğruya, zalimin mazluma hükümfermâ olması karşısında
sinikleşmek ve sükût etmektir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Sünepelik;</b> bâtıl
olanı üstlenmenin zilletini hakikati haykırabilmenin azametiyle
yücelmeye yeğ tutmaktır. Sünepelik, bir bütün olarak hayatı ihya
edebilmenin sevincinin yerini, nevrotik bir coşkunun ikame etmesine göz
yummaktır. Sünepelik; fikirde özgünlüğü, eylemde özen ve özveriyi
yadsımaktır. Sünepelik, körlemesine tekrarların, bitişik nakaratların,
ezberlenen teranelerin ve klişelerin sözcülüğünü yapmaktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Sünepelik;</b> tutarsızlıkların,
had bilmezliklerin ve hoyratlıkların umarsızca savunulmasıdır.
Sünepelik; benliğin ve kişiliğin dışsallaşmasını inkar eden sosyal ve
kolektif bünyeler var etmektir. Sahte sevinçler, yalancı gülüşler,
köreltilmiş bilinçler ve aldatıcı sezişlerle bezenmişlik hâlidir.
Sünepelik; bir kimlik ve kişilik kazanma veya şahsiyet olabilme
karşısında sürüleşmeyi yeğ tutan bir tutumdur. Sünepelik;
yetersizliklerle övünç duyabilme garabetini göstermektir. Sünepelik;
makamlara mukim olmayı ve ebet kalmayı kendine amaç edinmektir.
Sünepelik; hak edilmemiş statülerin altında cüceleşmektir. Sünepelik;
hesabı verilmemiş kazanımların altında ezilmektir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Sünepeleşmek; kaygı gütmemek ve dertlenmemektir.</b> Derde
giriftâr olanın derdi ile hemdert olmamaktır. Sünepeleşmek; değerler
dünyasından devşirdiklerini haraç mezat pazarlamaktır. Pahasını
bilmediği ve hiçbir zaman bilemeyeceği değerleri temellük ettiğini
vehmetmektir. Aklı, emeği ve vicdanı hor ve hakir görmektir. Dert
sahiplerinin dertleri üzerinden sinsice semirme küstahlığını
göstermektir. Zor zamanlarda hesapsızca bedel üstlenebilecek, yüreklice
çilesini çekebilecek tinsel mecale sahip olamamaktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Sünepelik;</b> farklı
suretlerde tezahür eden ve farklı sîretlere sinen bir duygu-durumudur.
Sünepelik; kimi zaman muhafazakârlık; kimi zaman sekülerlik; kimi zaman
çağdaşlık; kimi zaman riyakârlık; kimi zaman lümpenlik biçiminde tezahür
eder. Sünepelik; söz, fikir ve söylem kurma becerisinden yoksunluktur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Sünepelik;</b> gayrını
değersizleştirerek kendine değer biçmektir. Gayrını yok sayarak ve
görmezden gelerek görünürleşmektir. Kişisel ikbal uğruna gayrına
gadretmektir. Sünepelik; hak duygusunu kaybederek yoksunluklar üzerinden
varsıllıklar üretmektir. Sünepelik; haset duygusunun kemirdiği
patolojik bir ruhsal durumdur. Sünepelik; kendisine ait olmayanı elde
etmek için umursamazlıkla liyakatsizliğe ve kifayetsizliğe meyletmektir.
Sünepelik; bir yargısal yeti yoksunluğu ve ‘fikirsizlik’ hâlidir. Aklî
melekelerini dumura uğratan bir zihinsel tutulmadır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><b>Sünepelik;</b> hakikate sadakati değil, zulmete itaati meşrulaştırabilen bir akıl tutulmasıdır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">22.06.2017</span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-84433498148505999112017-06-15T05:42:00.004-07:002017-06-15T05:42:47.961-07:00Katar krizi: Küresel tecrit politikası<span style="font-size: 14px;">BD
Başkanı Donald Trump’ın ilk yurt dışı seyahat programının üç durağı
(Suudi Arabistan, İsrail ve Vatikan), önümüzdeki süreçte Beyaz Saray’ın
dış politik eksenine/perspektifine dair fikir vermektedir. Bu
perspektifin ilk somut yansıması, Suudi Arabistan ziyaretinde kendisini
ortaya koymuştur. Suudi yönetim, yanına Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri
ve Bahreyn’i de alarak Katar’a yönelik </span><strong style="font-size: 14px;">tecrit politikasının</strong><span style="font-size: 14px;"> uygulanması konusunda Trump’ı ikna etmiştir. </span><strong style="font-size: 14px;">Uluslararası kamuoyunda bu tecrit kararı;</strong><span style="font-size: 14px;"> ‘Katar’ın
terör örgütlerine ve Müslüman Kardeşlere vermiş olduğu destek’; ‘el
Cezire televizyonunun yayın politikası’; ve ‘İran ile yakın ilişkiler
kurması’ gibi gerekçelere dayandırılmıştır. İronik biçimde terör
örgütlerine destek iddiasında bulunan </span><strong style="font-size: 14px;">tecritçi müttefikler,</strong><span style="font-size: 14px;"> hem soğuk savaş döneminde ve hem de özellikle 11 Eylül sonrası dönemde </span><strong style="font-size: 14px;">sözde ‘İslami terör’</strong><span style="font-size: 14px;"> örgütlerinin </span><strong style="font-size: 14px;">ideolojik, finansal ve kurumsal</strong><span style="font-size: 14px;"> yapılanmalarının aktörleri olmuşlardır.</span>
<br />
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Katar,
özellikle 1995 yılında ülkede yaşanan yönetim değişikliği sonrasında
Suudi Arabistan’ın baş aktörlüğü üzerinden kurgulanan Orta Doğu’nun dış
politik misyonuna boyun eğmemiştir. Böylece Suudi yönetimlerinin körfez
bölgesi üzerindeki <strong>politik hegemonyasına</strong> boyun eğmeyen
dış politik tutumundan ötürü hedef tahtasına konulmuştur. 2014 yılında
benzer gerekçeler ile yine üç ülke, büyükelçilerini çekmek suretiyle
Katar’a yönelik hasmane tutumlarını ortaya koymuşlardır. Bir yanda bölge
ülkelerin monarşik devlet yapılanmaları; öte yanda Mısır’ın darbeci
yönetimi tarafından Katar bir tehdit unsuru olarak algılanmıştır. Bir
ülkenin siyasi egemenlik haklarını <strong>gayrimeşru biçimde haleldâr eden bu küresel tecrit,</strong> aynı zamanda bir ulusun temel insani gereksinimlerinin karşılanmasını bile imkânsız kılmaya dönük <strong>gayri insani bir abluka politikasıdır.</strong> <strong>Bu tecrit kararının dillendirilmeyen gizli gündemi ise</strong> <strong>Katar üzerinden Türkiye’nin mahkûm edilmesi girişimidir.</strong> Bu
girişim, Katar ile Türkiye arasında bir süredir devam etmekte olan
stratejik ve ekonomik iş birliğinin kesilmesini hedeflemektedir. Bu
girişim aynı zamanda, 15 Temmuz kalkışması ve ardı sıra devam eden <strong>kuşatma harekâtının</strong> bir başka evresidir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Suudi Arabistan yönetimi, İran Şiiliği karşısında kendisini <strong>teo-politik düzlemde ‘Sünni İslam’ın’ bayraktarı</strong> olarak konumlandırmaktadır. <strong>Mezhepçi teo-politik düzen</strong> öngörüsü
çerçevesinde Vehhâbilik üzerinden bir Sünnilik ideolojisi üretmiştir.
Bir tarafta Suudi Arabistan’ın, diğer tarafta İran’ın <strong>sekteryen yayılmacı teo-politiğinin</strong> kendi
ulusal sınırları ötesinde (Balkanlar, Orta Asya, Körfez vd.)
yürüttükleri ‘misyonerlik faaliyetleri’, ilgili bölgelerdeki <strong>kültürel ve mezhepsel haritaları dönüştürmektedir.</strong> İran ile Suudi Arabistan arasındaki mezhepsel kutuplaşmanın ortaya çıkardığı <strong>teo-politik gerilim</strong>, beraberinde <strong>radikalleşmeleri</strong> doğurmuştur. Öyle ki soğuk savaş yıllarından bu yana ‘<strong>küresel terörizm endüstrisi</strong>’ tarafından üretilen ‘terör’ örgütlerine ideolojik referans çerçeveleri ve insan kaynakları üretmişlerdir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Tek yönlü küresel emperyal düzene hizmet eden söz konusu kutuplaşmada İran,</strong> mezhep temelinde konsolide ettiği ulus ve ulus ötesi demografik potansiyeli ile daha homojen ve <strong>yeknesak bir siyasal beden üretmiştir.</strong> Öte yandan Suudi yönetiminin <strong>dışlayıcı mezhepsel ideolojisi,</strong> Sünni Müslüman dünya ile arasında <strong>otantik bir temsiliyet zemininin</strong> oluşmasını
imkânsız hâle getirmiştir. Tek kutuplu küresel düzene tümüyle
bağımlılık ilişkisi üzerinden yapılandırılmış olan dış politik tutum, bu
temsiliyeti imkânsızlaştıran temel noktalarından birisini
oluşturmaktadır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Bu noktada Türkiye,</strong> yüzyılları aşan derin tarihî devlet aklı ve birikimi; <strong>kuşatıcı tarihî teo-politik dinamiği;</strong> sahip olduğu jeo-stratejik ve jeo-politik konumu; ve <strong>modern demokratik devlet tecrübesi</strong> ile Müslüman dünya açısından güçlü bir <strong>temsiliyet merkezidir</strong>. Bu misyonla küresel ve bölgesel beklentilerin odağı olan <strong>güçlü Türkiye,</strong> gönül
coğrafyası ile sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik vd. düzlemlerde, sosyal
ağını ve kurumsal etkileşim alanını her daim diri tutmalıdır. Kuşkusuz
bunun gerçeklik kazanması ancak akademik ve bilimsel temelde etüt
edilerek üretilmiş politikalar ve uygulamalarla mümkün olacaktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><strong>Son söz:</strong> Absürt
gerekçelere dayandırılan bu krizin derinleşmesi, Müslüman coğrafyayı
esir alan kan, gözyaşı ve yıkımı daha da derinleştirecektir!</span></div>
<span style="font-size: 14px;">15.06.2017</span>Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-40607984740173221912017-06-08T06:31:00.002-07:002017-06-08T06:33:34.864-07:00 Küresel terörizm endüstrisi ve Bush doktrini<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.muharremkilic.com/image/cache/catalog/makale/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi-1000x532.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="426" data-original-width="800" height="170" src="https://www.muharremkilic.com/image/cache/catalog/makale/prof.dr.muharrem-kilic-yazdi-1000x532.jpg" width="320" /></a></div>
<span style="font-size: 16px;"><strong><em><br /></em></strong></span>
<span style="font-size: 16px;"><strong><em>‘Batı dünyasını bölen,
uluslararası terörizm tehlikesi değil, bugünkü ABD hükûmetinin
uluslararası hukuku görmezden gelen, Birleşmiş Milletleri kenara iten ve
Avrupa’yla ilişkileri koparmayı göze alan politikalarıdır.’</em></strong> Jürgen
Habermas bu ifadeyi, küresel dünya düzeninde ciddi bir kırılmayı ve
dönüşümü tetikleyen 11 Eylül 2001 terör saldırısı sonrasında, 2004
yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin 43. Cumhuriyetçi Başkanı George
W. Bush’un yeni düzen/güvenlik doktrinine telmihle kullanmıştır.</span><br />
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Habermas’a
göre, 11 Eylül terör saldırısının dünya tarihi açısından önemli bir
dönüm noktası olarak değerlendirilebilmesi için bunun diğer dönüştürücü
tarihî kırılmalar ile mukayese edilebilir olması gerekmektedir. Bu
noktada ünlü siyaset kuramcısı, post-travmatik dönemde 11 Eylül
hadisesinin ortaya çıkardığı yeni küresel politik durum; ve bu hadisenin
ileride doğurması muhtemel sonuçları itibarıyla birinci dünya savaşı
ile karşılaştırılabileceğini ifade etmektedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Dünya
siyasi tarihinde birinci dünya savaşı; kesintisiz bir savaş durumu;
büyük yıkımlar; ağır insani trajediler; yeni sömürge düzenleri; coğrafi
bölünmeler; kültürel ve kimliksel parçalanmalar ortaya çıkarmıştır.
Kuşkusuz tarihin akışını değiştiren bu türden kırılmalar, gelecekte
ortaya çıkaracağı durumlar üzerinden geriye dönük biçimde
değerlendirildiğinde birden çok hadisenin anlamlandırılabilmesine imkân
sağlayacaktır. Liberal kapitalist düzenin rakipsiz biçimde küreye egemen
olduğu varsayımı üzerinden Fukuyama tarafından üretilen <strong><em>‘tarihin sonu’</em></strong> <strong>kehanetine </strong>rağmen,
21. yüzyılın dünyası yeni küresel dinamikleri; yeni ülkesel aktörleri;
yeni ekonomik ve kültürel havzaları; yeni kavram şebekeleri; ve söylem
düzenekleri ile karşımızda durmaktadır. Şüphesiz bu yönüyle 11 Eylül
terör saldırısı, yeni bir küresel inşaya yol veren tarihsel bir etken
olmuştur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Küresel
kapitalist düzenin iktidar sembollerini ve ikonik değerlerini ağır bir
tedhiş hareketi ile hedef alan bu terör olayı, yeni bir kavram şebekesi
var etmiştir. Batı ile Müslüman dünya arasında karşıtlık üzerinden
kurgulanan bu kavram şebekesi, <strong>‘köktendinci terör’</strong>, <strong>‘İslami terör’</strong> ve <strong>‘radikal İslamcı terör’</strong> gibi kavramsallaştırmalar yoluyla yeni bir <strong>‘terör semantiği’</strong> üretmiştir.
Böylece köklü biçimde anlamsal, biçimsel ve algısal bir dönüşüme
uğrayan terör kavramı, özellikle yıkıcı etkileri üzerinden <strong>‘küresel terörizm’</strong> şeklinde kavramsallaştırılmıştır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><strong>‘Post-ulusal’ çağda’ </strong>süper güç/lerin tek taraflı biçimde hegemonik düzenlerinin kurucu kavramsallaştırması olarak <strong>‘küresel terörizm’, </strong>oldukça <strong>kullanışlı bir enstrümana</strong> dönüşmüştür.
21. yüzyıl dünyasında uluslararası hukukun normatif gereklerini ve
güvencelerini yok sayan ulus ötesi küresel hegemonik operasyonların <strong>meşrulaştırıcı aygıtı</strong> hâline gelmiştir. Küreyi çepeçevre saran bir <strong>tekinsizlik ve güvensizlik iklimine</strong> dönüştüren terörizmin her yerdeliği, geleneksel özgürlük ve güvenlik paradigmasını esaslı biçimde değiştirmiştir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Terör
örgütlerinin küresel süper güç/lerin çıkarları doğrultusunda stratejik
desteklerle bizatihi yapılandırılması; bu örgütsel yapılara doğrudan
lojistik destek ve yardımların yapılması; vekalet savaşlarının
yürütücülüğü misyonunun verilmesi; ne yazık ki <strong>tek kutuplu</strong> global dünya düzeninin yeni trendi olmuştur. Farklı ölçeklerde ve profillerde terör yapılarının üretildiği bir <strong>‘küresel terör endüstrisi’</strong> söz konusudur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">Yeni dünya sistemine egemen olan <strong>küresel iktidar paradigması,</strong> hem global düzende <strong>sistemsel konsolidasyonu</strong> temin etmiş ve hem de <strong>sözde yurtseverlik</strong> kılıfı ile <strong>ötekileştirici karşıtlıklar</strong> üzerinden
sistematik bir güvensizlik duygusu üretmiştir. Bu küresel terör
endüstrisi, dünya barışı adına oldukça yıkıcı bir tablo var etmiştir. Bu
yıkıcı tablonun baş mimarı, üretilen risk algıları üzerinden <strong>egemen ülkeler üzerinde vesayet kurucu müdahillikleri;</strong> uluslararası
hukuku ve küresel ahlakı yok sayarak gerçekleşen ihlalleri; asimetrik
saldırı savaşlarını ve keyfî önleyici müdahaleleri meşrulaştıran <strong>güvenlikçi</strong> <strong>Bush doktrini</strong> olmuştur. Bu doktrinin ardında yatan <strong>hegemonik saikler,</strong> retoriksel
bir meşruiyet üzerinden perdelenmektedir. Küresel medyanın algı
oyunları üzerinden terör yapılarına yön veren kirli ilişkiler ve
karanlık eller örtbas edilmektedir.</span></div>
<br />
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;"><strong>Sonuç olarak,</strong> bugünlerde esas olarak Türkiye’yi hedef alan Katar ambargosunda da görüldüğü üzere, yine <strong>küresel terörizm retoriği</strong> üzerinden ulusların egemenlik haklarını yok sayar biçimde söz konusu doktrin, görevini icra etmektedir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 16px;">08.06.2017</span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-54359747397846633332017-06-03T15:37:00.000-07:002017-06-03T15:43:51.173-07:00Akademya’ya mensubiyet ve üniversitelerimiz<span style="font-size: 14px;">Dünyada yükseköğretim alanında egemen olan </span><b style="font-size: 14px;">okullaşma, globalleşme, büyüme ve ticarileşme trendi</b><span style="font-size: 14px;"> Türk
yükseköğretiminde de kendisini yoğun biçimde son onlu yıllarda
göstermektedir. Artan okullaşma oranları ve sayıca çoğalan yükseköğretim
kurumları bunun göstergesidir. Tüm bu göstergeler, kaçınılmaz biçimde
sahip olduğumuz demografik, sosyolojik, ekonomik vd. dinamiklerin bir
gereği olarak açıklanabilir. Ancak hem dâhili dinamiklerin ve hem de
global trendin bir gereği olarak ortaya çıkan bu tablonun öze taalluk
eden sorunlu bir boyutunun bulunduğu kuşku götürmez bir gerçektir. O da
şudur: Üniversitelerimiz bütün kurumsal cesametlerine rağmen ciddi bir
öz yitimine maruz kalmışlar ve </span><b style="font-size: 14px;">varoluşsal bir bunalıma</b><span style="font-size: 14px;"> duçar olmuşlardır.</span><br />
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Yüksek
düzeyde bilgi üretiminin ve öğretiminin özerk tarihi kurumsal varlığı
olarak inşa edilmiş olan üniversitelerin varoluşsal özü, <b><i>akademya</i>/<i>akademos </i></b>kavramının
ruhunda mündemiçtir. Pozitivistik bilim ve teknoloji çağının ağır
darbesinden bu yana öz yitimine uğrayan üniversitenin deyim yerindeyse <b>metafizik sürgünü</b> devam
etmektedir. Hakikatin karşısına pragmayı, teorik aklın karşısına pratik
aklı, bilgeliğin karşısına bilgiçliği, olgunun karşısına algıyı, sözün
karşısına imgeyi, bilginin karşısına enformasyonu ikame eden küresel
çağın öğütücü aklı karşısında akademyanın beslediği ü<b>niversiter akıl</b> ağır bir darbe daha almıştır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bir <b>bilgi, hikmet ve bilgelik muhiti</b> olarak tasarımlanan <b><i>akademya, </i></b>küreselleşmiş bilgi tacirliğinin işgaline maruz kalmış olan üniversitelerin metafizik umdesi olmaktan çıkmıştır. Üniversiteler, <b><i>akademyaya</i> özgü</b> üniversal dilini, habitatını, tinsel dokusunu ve kültürünü tümüyle yitirmeye yüz tutmuştur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bir yitik değer olarak <b>akademya</b>, hakikat bilgisi ile tâlibi ya da mensubu arasında <b>ontolojik bir mensubiyet</b> <b>ve mertubiyet</b> ilişkisi
öngörür. Bu ilişkinin mevzusu, varlığın bilgisidir (ilmi); gayesi ise,
hakikatin bilgisine ermektir. Talip olan ile matlûb olan arasındaki
ilişki bir ivaz ve/ya çıkar ilişkisi değildir. Zira <b>akademos’un varlık sebebi</b>, hakikatin bilgisine ve bilgeliğe yurt olmaktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><b>Akademos, bir entelektüel muhittir.</b> <b>Akademos, </b>bir felsefi tutum, ontolojik perspektif, metodolojik zemin ve <b>epistemik muhittir</b>. Sınırları, sakinlerinin (<b><i>akademicus</i></b>)
ufku ile belirlenen bir muhittir. Etrafı bilgelik duvarı ile çevrili
bir muhittir. Varlığı bütün yönleriyle ihata edebilmenin utkusu ile
şevklenen bir muhittir. Bilgi simsarlarına, malumat kalpazanlarına ve
makam kurnazlarına kapıları tümüyle kapalı olan bir muhittir. <b>Akademya,</b> kökleşerek
varlık bulan bir ilim ve tedris geleneğinin üretildiği muhittir. Zira
hakikatin bilgisine erme çabası bir geleneğe tabiiyet ile mümkündür.
Bizatihi <b>akademya,</b> bir felsefe, bilgelik ve fikriyat üretme geleneğinin kendisidir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><b>Akademos,</b> birçok veçhesi ile bir medeniyetin kendisini bilgi ve hikmet temelinde ürettiği bir <b>kültür havzasıdır.</b> Akademos,
bilgi üretimi ve aktarımının sosyo-kültürel ve entelektüel bağlamıdır.
Bu kültür havzasına gerçek anlamda mensubiyet, <b>kayırmacılık ve ırsiyet üzerinden değil, ancak liyakat ve ehliyet</b> üzerinden gerçekleşir. Akademos’un ruhuna mensubiyet, <b>akademik aklın meslekileşmesinin ve memuriyete dönüşmesinin</b> önündeki en büyük engeldir. Zira akademik iş, sanatsal bir icradır. Fakülteler, bu sanatsal icranın meskenleridir. <b>Akademos,</b> bilgi ve bilgeliğin <b>disiplinize edilmiş ahlaki bir formudur.</b> Bu
ahlaki form, bilgiçlik, kurnazlık ve malumatfuruşluğu sıradanlaşmanın
göstergeleri olarak etiketlemektedir. Çünkü akademos, sıradanlık ve/ya
sathilik karşısında geliştirilmiş bir <b>bilinçlilik durumudur. </b>Akademyaya mensubiyet, hayal gücüne ve tahayyüle sevk eden bir iklimdir. <b>O yüzden felsefesiz ve kuramsız bir üniversite hayalciliği bir heyuladır.</b></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><b>Sonuç olarak,</b> küresel trendler üzerinden yapılandırdığımız üniversitelerimiz birçok global akranları gibi <b>varoluşsal bunalımla</b> yüzleşmektedir. Üniversitelerimizin <b><i>akademos</i> felsefesi</b> üzerinden yapılandırılabilmesi adına <b>esaslı sorulara yanıt arayan bir yükseköğretim politikasına </b>ihtiyacımız aşikârdır. Global trendleri ihya etmekten öte, bir <b>akademi ruhu</b> inşa etmeye mecburuz. Salt rutini ve gündelik olanı tedvir eden <b>pratik akla değil,</b> perspektif vaz’ eden <b>inşaî teorik akla</b> ihtiyacımız bulunmaktadır. <b>Sığlaşmayı
ve tek biçimciliği formalize eden kurumsallaşma ve kalite politikaları;
terfi ve teşvik sistemleri ile bu idealin gerçekleşmesi imkânsızdır.</b></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<div class="article-date">
01.06.2017</div>
</div>
Prof. Dr. Muharrem Kılıçhttp://www.blogger.com/profile/12423743524395645710noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7942325205169264443.post-56509020428770278272017-06-01T01:24:00.002-07:002017-06-01T01:27:47.872-07:00Akademya’ya mensubiyet ve üniversitelerimiz<span style="font-size: 14px;">Dünyada yükseköğretim alanında egemen olan </span><b style="font-size: 14px;">okullaşma, globalleşme, büyüme ve ticarileşme trendi</b><span style="font-size: 14px;"> Türk
yükseköğretiminde de kendisini yoğun biçimde son onlu yıllarda
göstermektedir. Artan okullaşma oranları ve sayıca çoğalan yükseköğretim
kurumları bunun göstergesidir. Tüm bu göstergeler, kaçınılmaz biçimde
sahip olduğumuz demografik, sosyolojik, ekonomik vd. dinamiklerin bir
gereği olarak açıklanabilir. Ancak hem dâhili dinamiklerin ve hem de
global trendin bir gereği olarak ortaya çıkan bu tablonun öze taalluk
eden sorunlu bir boyutunun bulunduğu kuşku götürmez bir gerçektir. O da
şudur: Üniversitelerimiz bütün kurumsal cesametlerine rağmen ciddi bir
öz yitimine maruz kalmışlar ve </span><b style="font-size: 14px;">varoluşsal bir bunalıma</b><span style="font-size: 14px;"> duçar olmuşlardır.</span><br />
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Yüksek
düzeyde bilgi üretiminin ve öğretiminin özerk tarihi kurumsal varlığı
olarak inşa edilmiş olan üniversitelerin varoluşsal özü, <b><i>akademya</i>/<i>akademos </i></b>kavramının
ruhunda mündemiçtir. Pozitivistik bilim ve teknoloji çağının ağır
darbesinden bu yana öz yitimine uğrayan üniversitenin deyim yerindeyse <b>metafizik sürgünü</b> devam
etmektedir. Hakikatin karşısına pragmayı, teorik aklın karşısına pratik
aklı, bilgeliğin karşısına bilgiçliği, olgunun karşısına algıyı, sözün
karşısına imgeyi, bilginin karşısına enformasyonu ikame eden küresel
çağın öğütücü aklı karşısında akademyanın beslediği ü<b>niversiter akıl</b> ağır bir darbe daha almıştır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bir <b>bilgi, hikmet ve bilgelik muhiti</b> olarak tasarımlanan <b><i>akademya, </i></b>küreselleşmiş bilgi tacirliğinin işgaline maruz kalmış olan üniversitelerin metafizik umdesi olmaktan çıkmıştır. Üniversiteler, <b><i>akademyaya</i> özgü</b> üniversal dilini, habitatını, tinsel dokusunu ve kültürünü tümüyle yitirmeye yüz tutmuştur.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;">Bir yitik değer olarak <b>akademya</b>, hakikat bilgisi ile tâlibi ya da mensubu arasında <b>ontolojik bir mensubiyet</b> <b>ve mertubiyet</b> ilişkisi
öngörür. Bu ilişkinin mevzusu, varlığın bilgisidir (ilmi); gayesi ise,
hakikatin bilgisine ermektir. Talip olan ile matlûb olan arasındaki
ilişki bir ivaz ve/ya çıkar ilişkisi değildir. Zira <b>akademos’un varlık sebebi</b>, hakikatin bilgisine ve bilgeliğe yurt olmaktır.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><b>Akademos, bir entelektüel muhittir.</b> <b>Akademos, </b>bir felsefi tutum, ontolojik perspektif, metodolojik zemin ve <b>epistemik muhittir</b>. Sınırları, sakinlerinin (<b><i>akademicus</i></b>)
ufku ile belirlenen bir muhittir. Etrafı bilgelik duvarı ile çevrili
bir muhittir. Varlığı bütün yönleriyle ihata edebilmenin utkusu ile
şevklenen bir muhittir. Bilgi simsarlarına, malumat kalpazanlarına ve
makam kurnazlarına kapıları tümüyle kapalı olan bir muhittir. <b>Akademya,</b> kökleşerek
varlık bulan bir ilim ve tedris geleneğinin üretildiği muhittir. Zira
hakikatin bilgisine erme çabası bir geleneğe tabiiyet ile mümkündür.
Bizatihi <b>akademya,</b> bir felsefe, bilgelik ve fikriyat üretme geleneğinin kendisidir.</span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><b>Akademos,</b> birçok veçhesi ile bir medeniyetin kendisini bilgi ve hikmet temelinde ürettiği bir <b>kültür havzasıdır.</b> Akademos,
bilgi üretimi ve aktarımının sosyo-kültürel ve entelektüel bağlamıdır.
Bu kültür havzasına gerçek anlamda mensubiyet, <b>kayırmacılık ve ırsiyet üzerinden değil, ancak liyakat ve ehliyet</b> üzerinden gerçekleşir. Akademos’un ruhuna mensubiyet, <b>akademik aklın meslekileşmesinin ve memuriyete dönüşmesinin</b> önündeki en büyük engeldir. Zira akademik iş, sanatsal bir icradır. Fakülteler, bu sanatsal icranın meskenleridir. <b>Akademos,</b> bilgi ve bilgeliğin <b>disiplinize edilmiş ahlaki bir formudur.</b> Bu
ahlaki form, bilgiçlik, kurnazlık ve malumatfuruşluğu sıradanlaşmanın
göstergeleri olarak etiketlemektedir. Çünkü akademos, sıradanlık ve/ya
sathilik karşısında geliştirilmiş bir <b>bilinçlilik durumudur. </b>Akademyaya mensubiyet, hayal gücüne ve tahayyüle sevk eden bir iklimdir. <b>O yüzden felsefesiz ve kuramsız bir üniversite hayalciliği bir heyuladır.</b></span></div>
<div style="font-size: 17.3333px;">
<span style="font-size: 14px;"><b>Sonuç olarak,</b> küresel trendler üzerinden yapılandırdığımız üniversitelerimiz birçok global akranları gibi <b>varoluşsal bunalımla</b> yüzleşmektedir. Üniversitelerimizin <b><i>akademos</i> felsefesi</b> üzerinden yapılandırılabilmesi adına <b>esaslı sorulara yanıt arayan bir yükseköğretim politikasına </b>ihtiyacımız aşikârdır. Global trendleri ihya etmekten öte, bir <b>akademi ruhu</b> inşa etmeye mecburuz. Salt rutini ve gündelik olanı tedvir eden <b>pratik akla değil,</b> perspektif vaz’ eden <b>inşaî teorik akla</b> ihtiyacımız bulunmaktadır. <b>Sığlaşmayı
ve tek biçimciliği formalize eden kurumsallaşma ve kalite politikaları;
terfi ve teşvik sistemleri ile bu idealin gerçekleşmesi imkânsızdır.</b></span><br />
<span style="font-size: 14px;"><b>01.06.2017 </b></span></div>
Ayşe SEZERhttp://www.blogger.com/profile/14271397894232474876noreply@blogger.com